29 Temmuz 2013 Pazartesi

DİREN-ME TÜRKİYE


Haber sitelerine bakıyoruz yanlı ve canlı... Kamer Genç, ülke gerçeğine değiniyor Tunceli'de dağlara asılan PKK flamalarına değiniyor, uzun süredir bunların indirelemediğine işaret ediyor ve "Nerede bu devlet" diyor... Bazı siteler bunu arka plana atma gereği hissediyor. Ön plana ise Hülya Avşar'ın şortuyla havuza atlama fotoğrafı konuyor... Vay be yıllardır TELEVOLE kültürü eleştirildi, yerden yere vuruldu şimdi önceliğimiz o oldu... Bırakın dağları, flamaları, ülkeyi, ölen Şanlıurfalı çiftçiyi, çözümü... VUR PATLASIN ÇAL OYNASIN... DİREN-ME TÜRKİYE...

BOYACININ 'GÜLER' HALİ

İçişleri Bakanımız Muammer Güler, memleketi Mardin'de gece sokakları gezmiş ve ayakkabı boyacılığı yapan Ömer Geçit'in evinde sahur yapmış... TV'lerde haberlerin veriş şekline baktığınızda çat-kapı spontane gelişen bir olay gibi... Ömer amca süper.. Samimiyetinden ve doğallığından zerre endişe edecek bir durum yok. 4 çocuk babasıymış. Keza Muammer Güler'in de valiliği döneminden akılda kalan özelliği samimiyeti ve halktan pek kopuk bir görüntü sergilememesiydi. Ancak bu sahur programında doğal olmayan bir durum söz konusuydu... Ağzında dişi kalmamış Ömer amcanın ayakkabı boyacılığıyla geçimini nasıl sağladığı malumunuzdur... Hem de 4 çocuk babası... Gel gör ki sofraya bakıyorsunuz neredeyse bir kuş sütü eksik... Jambonu, balı, yumurtası. Keşke bakanımız gerçekten spontane ve güzel bir fikir olan bu eylemini tamamıyle doğal bir hale getirseydi. Getirdiğini veya getirttiğini değil tanrı misafiri hesabı bulduğunu yeseydi de Ömer amcanın ve Türkiye'nin ekonomik gerçeğini görebilseydi, gösterebilseydi... Ama şunun da hakkını vermek gerek... Ya hiç uğramasa otelinde keyfine baksaydı... En azından öyle ye de böyle yurdum yurdu insanı ile beraber. Anafikir bu olmalı... Göstermelik "Halkla iç içeyiz" mesajı sırıtmamalı...
NOT: Ömer amcaya sadece basının gördüğü ve gösterdiği sahur için değil ayrıca gıda veya ekonomik yardım da yapıldığını düşünüyorum...

27 Temmuz 2013 Cumartesi

ABD VE MISIR PATLAĞI

Her konuda bir fikri olan dünyanın öbür ucunda da olsa sözüm ona demokrasiyi savunan ve bu konuda tanıdığı veya tanımadığı halkları korumayı, yok etmeyi görev bilen ABD, ne ilginçtir ki Mısır'da yaşananlar konusunda renk vermedi... Ortadoğu'yu kafasına göre dizayn eden, komşu ülkeleri birbirine düşürmekte üstüne olmayan ABD, Mısır konusunda yaşananlar için bakın nasıl düşünüyor!..
Amerikan basınına konuşan Amerikalı bir yetkili kanunların, Mısır'da olanların darbe olup olmadığına yönelik resmi bir tanımlama yapmasını gerekli kılmadığını belirterek, "Bunun ne darbe olduğunu ne de darbe olmadığını söyleyeceğiz, bir şey söylemeyeceğiz" dedi. 
Özetle ABD, Mısır'da günlerce yaşanan şiddet, cinayet, demokratik hakkı tanımama veya kendince tanıma adına ne derseniz deyin bir fikir oluşturamamış. 
Ne darbe diyor ne de değil... Vay be Amerika'nın düştüğü duruma bak... YERSEN... 

SARI BASIN (İSYAN) KARTI


İşe gidiyorum... Dolmuştan Üsküdar'da indim deniz motoru için iskeleye girdim. Sürgülü kapıyı açtım ilk defa gördüğüm -sanırım yeni başlamış- görevli yaşlı amcaya sarı basın kartımı çıkarıp gösterdim... Sarı basın kartı sahiplerine şehir içi ulaşım yasal hak olarak bedavadır... Yaşlı amca kartı yenilemem gerektiğini bu konuda kendilerine uyarılar geldiğini hatırlattı. Mesajı aldım, haklı olduğu için tamam anlamında kafamı salladım. Bebişim de yanımda tabii bu arada. O turnikeden geçtikten sonra yanıma geldi. Ayrıca hemen yan tarafımızda da orta yaşlı bir ağabey var... Görevli ve yaşlı amcanın her gün dolmuşa bindiği o kadar belli ki o kadar DOLMUŞ yani... Sarı basın kartı konusunda bir açıldı pir açıldı...
Amca kafadan "Size bedava garibana paralı... Kadın 70 yaşına gelmiş sarı basın kartı gösteriyor. Bana niye bedava değil" tarzı bir serzeniş çıktı.
Ben sakin sakin dinliyorum acaba nereye varacak eleştirisinin altı dolu mu boş mu onu merak ediyorum... Ancak görüyorum ki amca yaşını başını almış ama gazetecinin ne olduğunu hala anlamamış. Bugünkü gençlik olsa diyeceğim hadi normaldir ama amca rahat 50 üstü. Yani en azından yandaş ve candaştan öncesini biliyor. Gerçekten gazetecilik yapıldığı onurla gururla şerefle bu mesleğin yapıldığı kamuoyu yararının ön planda tutulduğu dönemin şahitlerinden. Ancak sanırım o dönem yurtdışındaydı... Her neyse ben hala sabırla bekliyorum ki şunu desin...
- Kamuoyu yararı mı gözetiyorsunuz, hepiniz patronların veya iktidarın sesi olmuşsunuz. Bu kartı hak edecek kimse kaldı mı ki....
Ancak yok amca mesleğin öneminin, yapılan işin tanınan hak ve hukukun bilinci dışında sadece sonuçla ilgilenir olmuş. Yani o 70'lik diye tabir ettiği kalem, büyük oranda basın şeref kartı veya sürekli basın kartı sahibidir. Onu kendisiyle kıyaslayıp ben neden o hakka sahip değilim modunda...
Ben hala sakin sakin dinliyorum...
Çünkü böyle bir düşünce yapısına sert çıksanız veya cevap verseniz ne olur? Yani ne anlatabilirsiniz...
Sadece "Haklısın amca... Sen de hakkını ara başvur abi belki sana da verirler bu kartı. Çok kolay ya bunu almak" dedim konuyu kapattım.
Yandaki abi benden daha çok konuştu ve o da deniz motoru ulaşımındaki sistemden dert yanıp acısını oradan çıkarmaya çalıştı. Sonrasında da bana dönüp "Bunun canı dayak istiyor" diyerek kendince noktayı koydu.
Bebişimin sakin kalması da güzel ve şaşırtıcıydı...
Haaa! Bu arada yaklaşık 8 yıldır taşıyorum ve ilk defa sarı basın kartına böylesine bir tepki ile karşılaşıyorum... Ben o iskeleden her gün gidip geliyorum ve diğer bir çok görevliyle o kadar aşina olduk ki kartı göstermeden selamlaşıyoruz, birbirimize saygı ve sevgi yolluyoruz... Ve işin garip tarafı onların hepsi de genç görevliler... KOLAY GELSİN...












18 Temmuz 2013 Perşembe

İTİRAZIM VAR

Öyle bir süreç yaşıyoruz ki...
Toplumu ve kamu düzenini ilgilendiren bir olay oluyor haliyle soruşturma açılıyor... Kimlik ve siyasi düşünceye göre süreçler değişebiliyor... Tabii bunlar sözüm ona "hukuk" çerçevesinde oluyor...
Son günlerin hukuki terim anlamındaki dikkat çeken kelimesi ve bir anlamda modası İTİRAZ haline geldi...
Mesela...
Haliyle "itirazın" damga vurduğu olaylar genelde GEZİ'ye ait...
Hatırlatalım...
Olaylara karışan Taksim Dayanışması'nın bazı üyeleri tutuklama talebiyle mahkemeye sevk ediliyor... Mahkeme serbest bırakıyor... Savcı karara itiraz ediyor...
Ardından dönerci esnaf (!) pardon palalı tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılıyor... Kamuoyunda baskı oluşuyor, siyaset de topa giriyor hem de iktidar "Nasıl olur tutuklanmaz" diyerek hukukun özgürlük alanına yeri geldiğinde müdahale edebiliyor... Ne ilginçtir ki o palalı (palasını yanına aldı mı bilemem) Fas'a kayınpederini ziyarete gidiyor... O saldırdığı kadından kız babası kayın pederine selam söylüyor mu onu da bilemem...
Sonrasında eşinin deyimiyle Kazlıçeşme mitinginde de bayrak satarak geçimini sağladığı belirtilen emniyetin gözüyle çapulcu (!) esnaf tutuklanıyor. Başbakanın 3 çocuk kriterine uyan ve hatta 2 tane de ekstraya kaçan bu esnaf abimiz tutuklanıyor. Yine kamuoyu baskısı ve ardından gelen tutukluluk kararına itiraz sonrası serbest bırakılması...
Eskişehir'e geçelim... Üniversiteli gencin katil zanlısı olarak gözaltına alınan sorgusu yapılan ve sonrasında mahkemeye çıkarılan zat serbest kalıyor. Savcı buna itiraz ediyor ve zanlının tutuklanmasını talep ediyor...
Siirt'te yaşını başını almış ancak gönlü gençlikte kalmış Belediye Başkan Yardımcısı, yaşı henüz 18 olmamış genç bir kızla ve kardeşiyle yakalanıyor... Nasıl bir yakalanma bilemiyoruz. Soruşturma açılıyor, serbest bırakılıyor. Sonra bir itiraz daha ve tutuklama...
İnsan üst üste gelen bu hukuki süreçlere bakınca soramadan edemiyor...
Acaba farklı bir hukuk mu var?
Önce serbest...
Kamuoyunun ve siyasi erkin nabız ölçümü...
Ardından "Yok çok itiraz geldi" tutukla...
Hukuk mu, tutuk mu?
Bir sakıncası var mı bilmiyorum ama ben de İTİRAZ ediyorum...
Neye mi? Kişiye göre değişime... Ceza ile ödül arasında uçurum olması gerekirken iç içe geçmiş görünmesine... Ve baş döndüren arasında gece ile gündüz kadar fark olan bu bakış açılarına, kararlara...