Cumartesi günü Çenan'dan öğrendim acı haberi. "Şerefsizler karakolu basmış 15 şehit var" dedi telefonda... Aramızda RTÜK'e takılacak diyaloglar geçti. Ablamlara gittim ve şehitlerimizden birinin Düziçi'nden yani benim memleketimden olduğunu duydum... Merakla ismini öğrenmeye çalışırken acı haberle bir anda çocukluğumu hatırladım. Mahalle aralarında misket (gülle) oynadığımız dönemleri. Evet şehit kardeşlerimizden birisi yani Uzman Çavuş Selçuk Can çok nadir de olsa benim misket arkadaşımdı... Yaşı benden küçüktü ama bizlere katılır ve iyi de misket oynardı. Sessiz sakin ve çocukluğundan kalma hatırladığım bir beyfendiliği vardı. O zaman Düziçi'nde oturmuyorlardı. Babası memur olduğu için tatillerde geliyorlardı... Yılların ve hayat şartlarının bizi ne kadar özümüzden yılda bir defa gidebildiğimiz doğduğumuz yerden uzaklaştırdığını gördüm. Ne iş yaptığını bile bilmiyordum Selçuk'un. Çocukluk sonrası ayrılmıştı yollarımız. Hele İstanbul'a geldikten sonra ayda yılda bir gittiğim Düziçi'nde sokaklarda bayram ve seyranlarda bile görme durumum olmadı.
Haberlerde gördüm içim sızladı. İkinci kez baba olmak için gün saydığını duydum. TV'de çok sevdiğim bir arkadaşımın annesini gördüm. Selçuk'un annesini teselli ederken (ortadaki)... Düşündükçe içimiz yanıyor, acıyor, hele hele böyle gencecik CAN'lar CANLARIMIZ gidince... Benim çocukluğumdaki misket arkadaşım, Ahmet'in Mehmet'in arkadaşı kankisi, hele hele anaların babaların kardeşlerin canlarından da öte görevleri sadece VATAN'ı korumak olan o güzelim insanlara kimsenin kıymaya, kıydırmaya hakkı yok. Hele sözde mücadelelerini siyasileştirmek adına kundaktaki çocukları öldürüp adada günümüzün getirdiği (adına demokrasi deniyor... s.... öyle demokrasiyi) hakları kullanan o... çocuklarını...
Bir an özeleştiri yaptım, işimi düşündüm, yaşadıkalırımı düşündüm, çevredeki yalakaları, düzenin insanlarını birbirinin hakkını yemeye çalışanları, dünyevi zevkleri daha iyi olmasına adına verilen çabaları mağadaza alış-veriş yapıp kırmızı mı alsam beyaz mı tarzı kararsızlıkları, her şey çok basit ve biraz da saçma geldi. Bir dönemler özgürlük adına Kurtuluş Savaşı'nın verildiği, kanların döküldüğü çarıksız yüreğini ortaya koyup savaştığı bu memlekette "bizler neler yapıyoruz?" diye sordum kendime... Ne mi yapıyoruz Selçuk, Ahmet, Mehmet ve binlerce şehitlerimiz... Olayı bir anda manşet haline getirip bir gün sonra kutu habere dönüştürüyoruz. Sizin mücadelenizi, savaşınızı bile yeri geliyor kullanır hale geliyoruz. Zenginiz ya çevremiz de var ya torpille çocuklarımıza yalılarımıza yakın yerlerde askerlik yaptırıyoruz. Tatil için planlar yapıyoruz, kendi mutluluğumuz adına onun bunun hakkını yiyip sonra hak savunmaya gidiyoruz emekçilerin emeğinden çalıp patronlarımıza yalakalık yapıyoruz ve sonra dürüstlük abidesinin canlı versiyonlarıymış gibi ortada dolaşıyoruz (Onlar kendini bilir) en basit şeyleri sorun yapıp büyük bir derdimiz varmış gibi yakarıyoruz...
Geçen gün bir arkadaşım söyledi. "Bu dönemin nesli olarak bizler ne kadar boşuz ya... Ne bir savaş var, ne bir mücadele var, ne bir devrim var..." Evet savunacağımız (olsa bile bu teknolojik çağda savunmasız bırakılan karakol gibi), yapacağımız hiçbir şey yokken bu durumdan bile hoşnut olmayan bir nesli üretiyoruz ve tüketiyoruz...
Daha öncesinde onurumuz, gururumuz ve özgürlüğümüz adına verdiğimiz savaşı şimdi Avrupalılaşmak olarak görüp kendi kültürümüzü ve değerlerimizi yok ediyoruz galiba... En basitinden ben... Kendime "Ya içme şu yabancı sigarayı yerli malı iç ölür müsün?" diye sorsam da sigaranın bile kalitelisini yapamadığımız cevabına ulaşıyorum. İnsanoğlu yani bizler, sen ben o... Hepimiz... Bizler böyleyiz...
Selçuk kardeş miskette sen mi kazandın ben mi hatırlamıyorum ama hayatta yakınların ve bizler seni kaybettik gibi görünsek de sen kazandın. Bu boş nesil içerisinde ihmal, insan hayatını önemsemeyen ve rutin basın toplantılarıyla ahkam kesenlere rağmen en azından bu ülke için bu insanlık için meslek icabı da olsa hayatını ortaya koydun... Binlerce insanımız gibi... Onlar gibi senin de mekanın cennet olsun... Kalanlara Allah sabır, şerefsizlerin de Allah bin türlü belasını versin...
Bize de "şu şunu dedi, bu bunu diyor, şu şunu yendi bu bunu yendi" gibi basit ama onu bile karışık hale getirdiğimiz rutin hayatı yaşamak kalsın...
3 yorum:
Gerçekten boşa yaşıyoruz. Özellikle insan keyifli birşeyler yapmak isterken bu tip haberler aldığında değil onu yapmak yediğinden içtiğinden tat alamıyor, nefes almaktan utanıyor. Hangi çocuğun aklına gelir ki misket arkadaşının yıllar sonra göğsüne bir kahpe kurşun yaplanacağıı. Çocukken bildiğimiz tek kurşun oltaya takılandı. Keşke hep de öyle kalsaydı.
Evet ateş düştüğü yeri yaktı.Yavrular yetim kaldı(kimisi daha doğmadan).Tüylerim diken diken oldu haberi izlerken.İçimden birşey koptu ve yine içmden ağzıma alamayacağım lanetler yağdı.Fakat bu kısa süreli galeyanlar değil bunun çözümü.Evet hissetmeliyiz elbette ama daha kalıcı çözümlere ihtiyacımız var.İlk önce herkesin milli kimliğine -hiçbir ayrım yapmaksızın- sarılması lazım.Ve herkes bulunduğu mercide vatanı için canla başla çalışmalı.Unutmayalım bir mıh bir ülkeyi kurtarabilir...Allah ailelerine sabır,ŞEHİTLERİMİZE rahmet eylesin.Tüm ülkenin başı sağolsun.
Öncelikle başın sağolsun. Aynı duyguyu ben de 2005'te yaşadım. Elazığ-Bingöl arasında demiryoluna döşenen patlayıcının uzaktan kumadayla patlatılması sonucu 5 güvenlik görevlisi şehit olmuştu. Bu şehitlerden biri uzaktan akrabam Özcan TÜRKER, biri de çok sevdiğim çocukluk arkadaşımdı Saffet AKBAŞ'tı. İkisi de daha yeni evliydi ve birinin çok küçük bi çocuğu vardı...
Maalesef Allah belalarını versin ve şerefsizler demekten başka bişey yapamıyoruz.
Bizim bu kadar yüreğimiz yanarken, çocuk katilinin, 30 bin insanın katilinin imralıda krallar gibi yaşatılıyor olması da ikiye katlıyor acımız...
Yorum Gönder