14 Ocak 2014 Salı

BİLİM KADINI, TOPLUM İNSANI


HALET ÇAMBEL... 
1916'da Berlin'de dünyaya geliyor... Babası Almanya'da askeri ateşe görevinde bulunan Hasan Cemil Bey... Annesi Berlin Büyükelçisi'nin kızı Remziye Hanım... Halet Çambel, yurt dışında arkeoloji eğitimi görmüş. Atatürk'ün emri ile başlatılan Hitit tarihi araştırmalarında Çorum Hattuşaş'da binlerce tabletin ortaya çıkmasında önemli rol almış... Prof. Dr. Çambel, 1946'da Osmaniye'nin Kadirli İlçesi sınırlarındaki Karatepe Höyüğü kazısını başlatmış ömrünü bu hoyüğe adamış. Eşi Nail Çakırhan da bu kazı bölgesinin restorasyonunda başarısı ile mimar olmadığı halde 'Ağa Han Mimarlık Ödülü'ne layık görülmüş. 67 yıldır eşi Nail Çakırhan ile birlikte bu höyükte yaşamış. Önce kulübe sonra iki odalı bir ev. Karatepe Höyüğü, Prof. Dr. Çambel'in girişimleri ile Türkiye'nin ilk açık hava müzesi olmuş, sonra da milli park ilan edilmiş. Kadirli'de adına yaptırılmış bir de okul bulunan Prof. Dr. Halet Çambel, höyük çevresindeki köylüleri eğitme ve kooperatifler kurdurma konusunda da uzun yıllar çalışmalar yapmış. İki yıl önce ayağı kırılan Prof. Dr. Çambel, Osmaniye'den daha çok İstanbul'daki evinde yaşamaya başlamış. Prof. Dr. Halet Çambel'e, Kültür ve Turizm Bakanlığı 2010 Yılı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü verilmiş. Arkeoloji alanında yaptıkları çalışmalar ve arkeoloji bilimine üstün katkılarından dolayı Prof. Dr. Nimet Özgüç ile birlikte ödüle layık görülen Prof. Dr. Çambel, ödülünü Şubat 2011'de almış. Ve o Halet Çambel İstanbul'da yaşamını yitirmiş... Prof. Dr. Halet Çambel, Suat Aşeni Fetgeri ile birlikte 1936 Berlin Olimpiyatları’nda Türkiye’yi temsil ederek, Olimpiyatlara katılan ilk Türk kadın sporcular da olmuşlar.
TV'de hayatını dinledim ve bizim o yörelerde yaşayan bilim insanını yeni öğrendiğimde utandım... ALLAH RAHMET EYLESİN... Prof. Dr. Halet Çambel için salı günü saat 10.00'da Boğaziçi Üniversitesi'nde tören yapılacak, çarşamba günü de Muğla'daki köylerinde 2008 yılında vefat eden eşi Nail Çakırhan'ın yanına defnedilecek. ONUNKİ DE HAYAT BİZİMKİ DE... Bir onların yaptıklarına bakın bir de bizim hayata... Hay ben böyle hayatın...

YAŞAR KEMAL'İN KALEMİNDEN HALET ÇAMBEL
Halet Çambel’i anlatmak zordur. Onu derinlemesine anlamak zaman ister. Ben onu biliyordum. Kim olduğunu Arif Dino’dan öğrenmiştim. Halet Çambel, Nazım Hikmet’in, onunla birlikte şiir kitapları yazdığı genç bir şairle evlenmişti. Genç şair Nazım Hikmet’le hapishanedeydi. 
Halet, Toroslarda bir Hitit kalesi bulmuştu. O kaleyi ona bizim ilkokul öğretmenimiz Ekrem Bey göstermişti. Halet atına binip Kadirli’ye gelip gidiyordu. Bir keresinde karşılaştık, atını tuttu bana bankayı sordu. Önüne düşüp onu bankaya götürdüm. Atını bağlayacak yer uzaktı, atı ben tuttum. Biraz sonra döndü, atı aldı çekmeye başladı. 
“Sen burada ne yapıyorsun? “ dedi. 
“Öğretmen vekilliği yaptım Bahçe köyünde, sizin Hitite çok yakın, o yere düşmüş rüzgar heykeli mi ne, oralarda öğrencilerimle çiğdem soğanı çıkarıyor, Cumartesi Pazar çiğdem soğanını sütle pişiriyor, öğrencilerimle yiyoruz. Böylelikle öğrencilerim hastalanmıyor.” 
“Başka?” 
“Başka şiir, hikaye, roman yazarım” 
“Başka?” 
“Ağıtlar, destanlar, Karacaoğlan, Dadaloğlu toplarım. Arif Beyle, Abidin Beyle çalışmalarımı çok severim. Onlar sizi de, kocanızı da çok severler. Nazım Hikmet’le kocanızın birlikte yazdığı kitabı Abidin Bey verdi bana.” 
“Ne yaptın sen?” 
“Okudum, kiseye de göstermedim. Öyle kitapları bizim evde saklamam, komşuda saklanır.” 
Tek başına atın üstünde gidip gelmesi o kadar iyi değildir, başına bir bela gelir. O kasabaya hiç olmazsa bir kişiyle gidip gelmeli. Böyle düşünerek onunla ben de, o atlı ben yaya dağa yürürdük. Biraz gittikten sonra o attan indi, atı bana verdi. 
“Ata birazda sen bin” dedi. 
“Ben binmem” dedim. 
“Öyleyse bende ata binmem” dedi. At, ben, o yürümeye başladık. Epeyce yürüdük. 
“Ben yürümeyi çok severim, sen ata bin” 
“Binemem” 
“Bineceksin” 
“Ben ata binecek olsam bizim evdeki taya biner seninle gelirdim. Çok güzel bir taydır. Sen ata binmezsen ben buradan kendi köyüme giderim. Kendi köyüme gitmesem de, öğretmenlik yaptığım Bahçe köyüne yarım saatte giderim.” 
Ben böyle konuşunca atladı ata bindi, “haydi yürü bakalım” dedi. Atı eşkin sürdü bana baktı, ben de at gibi eşkin gidiyordum. 
“Anladım. Atın başını çekerek yürüyüşü seviyor musun?” 
“Seviyorum” dedim. “Şu koca Toros dağlarında gitmedik yer, görmedik ter koymadım. Kadınlardan ağıtlar, aşıklardan destanlar, türküler, masallar topladım. Yürüyerek de yazacağım şiirleri, hikayeleri düşündüm, ezberledim, işte böyle…”
Çok çabuk vardık surların ötesine. Belki de saray surlarıydı bu surlar. 
Halet gülerek, “İş bittikten sonra burada bir saray göreceksiniz” dedi. “Binpınarlı Toroslarda saray olmaz da ne olur. İnsanlar gelip de burayı mekan edince saray kurmaz da ne yapar. 
Bundan sonra be çok geldim gittim. Gittikçe ortaya çıkıyordu saray, Toroslara yakışırcasına. Sonradan rüzgar heykelini de ayağa kaldırdı. Halet sevinç içindeydi, Toroslara uygun bir yeni dünya bulmuştu. 
Halet büyü bir ailedendi. Soyunda sadrazamlar vardı. Babası Kurtuluş Savaşına katılmış, büyük elçilik yapmış, Avrupa'da çok kalmıştı. Halet, Avrupa'da okumuştu da, İstanbul dilini de en güzel konuşanlardandı. 
Birkaç zaman sonra bir baktım Halet’in dili değişmiş, Halet Toros, Çukurova diliyle konuşuyordu. Sanki Toroslar'ın bir köyünde doğmuş büyümüş. Bir de baktım ki Halet bütün köylüleri Halet ablası olmuş. Durumu bozulan, başı belada olan kadınlar geliyorlar. O bölgenin en iyi insanı, en güvenilen insanı, en sevilen insanı. 
Arkeolojide hep toprak altına bakıyorlar. Bunun bir de üstü var. Genellikle arkeologlar toprakların üstlerini görmüyorlar. Halet toprağın üstünü bir insanın gücü yettiği kadar öğrendi, sevdi. Dünyayı anlamak, sevmek nasıl olmalıdır, öğrenmek isteyene onu da öğretti. 
Selçuklulardan bu yana kilim, halı bütün halkın işidir. Nasıl ekin ekiyorlarsa, koyunlara, keçilere, ineklere nasıl bakıyorlarsa kilime de halıya da böyle. Orta Asya'dan gelen Türkmenler kilimlerini de, halılarını da birlikte getirdiler. Kadın ustalar boyalarını da birlikte getirmişlerdi. Cumhuriyete kadar kadınlar kök boyalarını yapıyorlardı. Kendi kök boyalarını yapmayan kadınlar kök boyalarını o işn ustalarında alırlardı. 
Anilin boyalar az bir zamanda çabucak dökülür, kök boyalarsa sonuna kadar solmaz. Selçuklulardan kalan kilimler parça parça olsa da solmaz. Bunun için İran anilin boyayı yasaklamıştır. Bizde de Doğu Anadoluda kadınlarsici denilen otu bulmuşlar. Bu ot uzunca sarı bir ottur. Bu sarı otu önce kazanda kaynatırlar, suyun içinde belli belirsiz bir sarı kalır. O kazana anilin boyayla boyanmış yünleri teker teker atarlar. Bu yünlerle dokunmuş kilimler, halılar da hiç solmaz. 
Hitit sarayının karşısında Ceyhan’ın öte yanında Humarlı diye bir köy var, kıyısında da bir arslan heykeli. O arslan heykelini görmeye Ceyhanı yüzerek karşıya gittim. Humarlı’ya öğretmenlik yaptığım yıllarda orada bir aşığı görmeye birkaç kez gitmiştim. Bizim oralarda köylerin adı değişiyor, Humarlı'nın adı şimdi ne bilmiyorum. Orada da birkaç yaşlı kadın kilim dokuyordu, bunu gördüm. O bölgedeki köylerde kilim dokuyanlar vardı. 
Eskiden her evde birkaç kadın kilim, halı dokurdu. Cığcık köyünde aşağı yukarı her kız her kadın kilim dokurdu. Cığcıklılar anilin boya da kullanmazlar, kök boyalarını kendileri yaparlardı. Bir onların kilimlerinin nakışları Türkmen nakışları değildi. Onların yepyeni nakışları dillere destandı. Onların nakışları nerden geliyor kimse bilemiyordu. 
Yıllar sonra İstanbul’da bir kilim sergisi gördüm, Beyoğlu'nda. Ben kilim meraklısıydım. Beyoğlu'na geldim gittim, geldi geldi gittim. Bu kilimler kök boya kilimlerdi. Bu nereden çıkıyor onu da öğrendim. Bu da Halet Çambel’in eseriydi. 
Yer altını güne çıkarmak Halet’in büyük hüneriydi. Yer üstündeki insanlar da ondan yepyeni bir dünya öğreniyordu. Okuldan kaçan, gönderilmeyen kızları okula gönderiyordu. Halkın içinde o bir büyüydü. 
Kadirli’ye geldiği zaman beni aradı, onu buldum. Kadirli’de park gibi bir bahçe vardı. 
“Haydi orada oturalım, konuşalım” dedi. 
Parka gittik. 
“Billiyor musun”, dedi, “Nail hapishaneden çıktı.” 
“Biliyorum” dedim. 
“Nereden biliyorsun?” 
“Biliyordum. Onun hapishaneye girdiği günleri de biliyordum ya kimseye söylemiyordum. Sana da söylemedim.” 
“Nereden biliyorsun?” 
“Arif Dino söyledi” 
Gülerek “Amma bela adammışsın” dedi. “Hani bana hikaye okuyacaktın” 
O günlerde ‘Beyaz Pantolon’u yazmıştım, okudum. Güzelce dinledi, sevindim. 
“Çok güzel” dedi. “Kimseye okudun mu?” 
“Okumadım” 
“Arif Beye, Naile okusana” 
“Sonra, ötekileri yazınca okuyacağım”. 
“Ne bala çocuksun sen” dedi. “Nail’in hapsini de bana söylememiştin”. 

18 Ağustos 2011
 (Radikal)


Hiç yorum yok: