SARP SINIR KAPISI: İstanbul'da sadece yeşil diye geçiştirdiğiniz bu rengin her tonunu yol boyunca görmeye devam ediyorsunuz. Sarp Sınır Kapısı'na kadar yol alıp Gürcüler'e uzaktan da olsa selam vermenin keyfini tadıyorsunuz. Bırakın şehir sınırını ülke sınırının nasıl bir duygu olduğunu kapıdan geçen insanlara bakarak anlamlandırmaya çalışıyorsunuz. Ve dönüşte Fırtına Vadisi boyunca yol alıp derenin içine yapılan ve zaman zaman sele kapılan evleri görüyorsunuz. Durmak bilmeyen şiddetini alçaltmayan suyun toprağını göremediğiniz dağların altını çizmesine tanık oluyorsunuz. Ve herkesin horonla birleştiği Ayder Yaylası'na çıkıyorsunuz. Dolmuşlara binip dağları tırmanırken Haziran sıcağında donduran bir soğukla karşılaşıyorsunuz. Bu defa rehberlerimiz ise orada doğup büyüyen yaşlı teyzeler. Yollar o kadar bozuk ve hırpalayıcı ki "şıkı şıkı baba" müziği eşliğinde altılı ganyan oynamak geliyor insanın aklına... Teyzelere soruyoruz.. "Yollar niye yapılmıyor?" Cevap o kadar anlamlı ve geçerli ki: "Burada doğaya dokunulmayor. Yollar yapulursa buraya herkes celur ve düzen bozulur. Hem biz para kazanamayuz." Ve dönüşte gruplar halinde insanların tulum eşliğinde horon teptiğini görüyoruz. Katılmak istiyoruz ama Karadeniz Kültürü'ne ne kadar yabancı olduğumuzun burukluğunu yaşıyoruz.
Sabahın erken saatlerinde Karadeniz kadınlarının çalışkanlığına şahit oluyoruz. Dükkanları bile kadınlar açıyor. Gece tulum eşliğinde kına gecesine katılıyoruz., erkekler oturuyor garsonluk yapan kadın ise arada bir horona katılıyor. Kıpkırmızı olmuş yanaklarından uflama puflama değil mutluluk eksik olmuyor.
1 yorum:
Valla kardeş seni fahri değil, harbi karadenizli ilan ediyorum. Ama Samsun'dan söz etmediğin için biraz kırgınım. Çok güzel anlatmış İsmail. Bazı duygular anlatılmaz yaşanır dense de İsmail'in kaleminden ben memleketimin güzelliklerini bir kez daha yaşadım. Ağzına sağlık İsmo.
Kenan
Yorum Gönder