Yıl 2004. Kocaeli Uzunçiftlik’te askerim. Sabah kalktım üzücü bir haber. Trafik kazası olmuş ve Mercedes marka bir otomobil kamyonla çarpışmış. Otomobilde bulunan 5 kişiden 4’ü hayatını kaybetmiş. O sırada aklıma çok farklı bir düşünce geldi. Şu ana kadar çevremde olup biten ama göremediğim mesaja ulaştım… Ben zengin değildim. Bırak lüks markayı bir arabam, evim bile yoktu. Aksine o dönemde kredi kartı borcum bile vardı. Ancak asıl zenginliğin bende olduğunu ve bizlerde benim gibi birçok insanda olduğunu fark ettim. Ne miydi bu? Bu HAYATIN DEVAM EDİYOR olmasıydı… Evet arabam, param pulum olmayabilirdi ama arabası, parası pulu olan insan öbür tarafa yol almıştı. Tüm maddi zenginliklerini burada bırakıp maneviyatıyla gitmişti.
Ve 24 Mayıs 2007. Beyoğlu’nda hemşehrimin mekanı olan Melekler Ocakbaşı’nda çorba içiyorum. Dışarısı güzel ama 6 masalık çevresi çiçeklerle donatılmış sıcak ortamda yan binanın hayat çizgileri yüzüne vurmuş olan yaşlı bekçisi var. Bir de orta halin de altında görünen giyimi kuşamı olan biraz kilolu, karamsar dünyası tenini de esmerleştirmiş tanımadığım bir ağabey… Ağabeyi tanımıyorum ama bekçi ile 2 dakika içinde yaşadığı diyalogu bir yerden hatırlıyorum…
Konuşmaların başlangıcına yetişemedim ama özeti kulaklarıma öyle bir kazındı ki sanırım önemli olan kısmı da oydu.
Bekçi amca fakirlikten dert yanıp “Zenginin malı, fakirin çenesini yorar” misali sözler kullanıyordu ki tanımadığım ağabey lafı yapıştırdı…
- “Bırak ya… Benim patron 30 trilyonluk adam ama kalbiyle uğraşıyor. Zenginlik neye yarar” diyerek dürümünü ayranla yumuşatıyor.
Evet ağabey de olayı çözmüş… Evet para veya maddiyat hayatı daha iyi idame etmek ve sürdürmek adına gerekli ama kalıcı bir değer değil. Hayata daha sıkı bağlanmanı ve mutluluğunu arttırabilir ama ne kadar zengin olursan ol o senin ömrünü uzatmaz uzatamaz… Paran varsa pil taktırırsın ama o da bir yere kadar…
Ve gelelim resme… Evet bu da kendine sorulmadan dünyaya getirilmiş. Bizim kadar şanslı değil. Doğum yerini ve anne babasını seçme şansı olmadığı için açlığa terkedilmiş. Buna da bakıp halimize binlerce şükretmemiz gerekir.
Ve 24 Mayıs 2007. Beyoğlu’nda hemşehrimin mekanı olan Melekler Ocakbaşı’nda çorba içiyorum. Dışarısı güzel ama 6 masalık çevresi çiçeklerle donatılmış sıcak ortamda yan binanın hayat çizgileri yüzüne vurmuş olan yaşlı bekçisi var. Bir de orta halin de altında görünen giyimi kuşamı olan biraz kilolu, karamsar dünyası tenini de esmerleştirmiş tanımadığım bir ağabey… Ağabeyi tanımıyorum ama bekçi ile 2 dakika içinde yaşadığı diyalogu bir yerden hatırlıyorum…
Konuşmaların başlangıcına yetişemedim ama özeti kulaklarıma öyle bir kazındı ki sanırım önemli olan kısmı da oydu.
Bekçi amca fakirlikten dert yanıp “Zenginin malı, fakirin çenesini yorar” misali sözler kullanıyordu ki tanımadığım ağabey lafı yapıştırdı…
- “Bırak ya… Benim patron 30 trilyonluk adam ama kalbiyle uğraşıyor. Zenginlik neye yarar” diyerek dürümünü ayranla yumuşatıyor.
Evet ağabey de olayı çözmüş… Evet para veya maddiyat hayatı daha iyi idame etmek ve sürdürmek adına gerekli ama kalıcı bir değer değil. Hayata daha sıkı bağlanmanı ve mutluluğunu arttırabilir ama ne kadar zengin olursan ol o senin ömrünü uzatmaz uzatamaz… Paran varsa pil taktırırsın ama o da bir yere kadar…
Ve gelelim resme… Evet bu da kendine sorulmadan dünyaya getirilmiş. Bizim kadar şanslı değil. Doğum yerini ve anne babasını seçme şansı olmadığı için açlığa terkedilmiş. Buna da bakıp halimize binlerce şükretmemiz gerekir.
1 yorum:
valla koparmışsın olayı. Ferrari'sini satan bilge gibisin.
Doğru bir konuya temas etmişsin. Evet gerçekten çok şanslıyız. Sağlıklıyız, nefes alıyoruz. Önemli olan da bu.
Yorum Gönder