30 Mayıs 2008 Cuma

BOĞAZ'A SARILMAK

Hani büyük ve çekici şeylerin artıları fazla gibi görünür ama aslında eksileri daha çoktur. Mesela İstanbul… Yaklaşık 13 milyon insanın stresten, iş yoğunluğundan, teknolojiden ve sunduğu imkanlardan kaybolduğu koskoca bir metropol… Bir zamanlar görmek için can attığım ve kaderimi sorguladığım yer… İstanbul’a gelmeden önce küçük bir bakkalımız (Üniversiteyi kazanınca kapattık) vardı. Liseden arkadaşım olan Mustafa Köse (Yüzbaşı) ağabeyi burada polis olduğu için İstanbul’a gelirdi… Ve o İstanbul yolculuğu öncesinde bavulunu bizim bakkala koyardı. Ben kasada oturmuş bavula bakardım ve saçma gelecek ama şu soruyu sorardım bavul görünümlü hayata: “Ya şu bavul, İstanbul’u görüyor, ben göremiyorum.”
Ve hayat bir dönemler uğruna bavul olmak istediğim o şehre beni getirdi, getirmekle kalmadı, elimi kolumu da bağladı. Biraz mesleğin biraz da İstanbul’un stresi ilacım oldu. 20’li yaşlara kadar memleketimde sakin hayatın bedelini öder hale geldim. Yerine göre mutlu, yerine göre mutsuz faturalarla karşılaştım ve hala da karşılaşmaya devam ediyorum. Pişman mıyım? Değilim. Ama bazı değerlerin değişime uğramasının kendi içimde sorgulamasını yaşıyorum ve yaşamalıyım da…

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Tebrik ederim kardeşim. Gerçekten çok güzel yansıtmışsın bir taşralı ruhun İstanbul'a özlemini. Böyle devam etmelisin...

Adsız dedi ki...

Boğaz'a sarılmak başlığı ile yazı biraz alakasız olmuş. Yazıda hiç bogaz'dan bahsedilmiyorki