19 Kasım 2008 Çarşamba

TAKSİCİ

Geçtiğimiz günlerde gece işten geç çıktım ve ev yakın olduğu için taksiye bindim... Ancak şöför koltuğundaki amca takım elbiseli eli ayağı düzgün ve taksici profilinin dışında bir izlenim verdi... Kısa mesafeye rağmen Türkiye gerçeğini gösteren diyalog yaşandı aramızda. Yaşı bir hayli ilerlemiş görünen amcaya daha önceki mesleğini sordum, açıkcası fazla şaşırmadım ama üzüldüm...
Gecenin bir yarısı beni evime götüren ve 3-5 kuruş için o saatte çalışan kişi emekli öğretmendi... Zamanında mesleğinin değerini bilememekten yakındı... Yılın yarısında tatil yaptığını ancak şimdi çalışmak zorunda olduğunu söyledi. Ben de bazıları para kazanır yiyecek zaman bulamaz, öğretmenlerin de zamanı çoktur ama harcayacak parası yoktur dedim... 3 çocuklu amca, ikisini mühendis yapmış bir tanesi ise lise 2'ye gidiyormuş. Emekli olmasına rağmen o saatte içimi burkan çalışmasının nedeni de lise 2'ye giden çocuğu olduğunu öğrendim.
Ayrıca normalde dinlenme ve çalışma hayatının tadını çıkarma olarak özetlenen emekliliğin Türkiye'deki acı gerçeği kısa sürede amca sergilemiş oldu. Beni evime bıraktı ama o halde sadece onun değil binlerce emekli insanın çalışıyor olması beni üzdü...
Buna benzer bir olay da 7-8 yıl önce başka bir gazetede çalışırken başıma gelmişti... Emekli baba çalışıyor, 22 yaşındaki işsiz oğlu ise hatunlarla gününü gün ediyordu. Ama baba sorgulamıyor "ne olursa olsun o benim oğlum" düşüncesiyle ona harçlık çıkarmaya çalışıyordu.
Ve yine eski dönemden bir anı: İkitelli'deki gazeteden çıktım. Ulaştırmanın arabasıyla evime geleceğim... Adam "Ben yolları bilmiyorum tarif edersiniz" dedi. Bu normal bir söylemdi ama amca yolu değil İstanbul'u bilmiyordu. Ve ayrıca gözleri görmüyordu. Karşımızdan kamyon geliyor amca farkında değil. Bir kaç kez uyardık olmadı. Başka servislerden de birileri vardı. Bir arkadaş "Amca bırak ben kullanayım" dedi. Amca öyle bir şey arıyordu zaten hemen yana geçti. Neyse arkadaşı bıraktık son ben kaldım. "Yavaş yavaş gidelim aman acele etme amca" uyarısıyla sağ salim evime geldik. Yoldaki muabbet ise amca doğudan birkaç gün önce yeni gelmiş ve İstanbul'u hiç bilmiyor. İndiğimde beni şoke eden soruyla karşılaştım...
Amca bana "Ben evime nasıl gideceğim?" diye sordu...
Evini değil ama semtinin adını sordum. Onu bile bilmesine şaşırdım.
Aramızda en az 5 tane semt olmasına rağmen benim de diyecek bir şeyim yoktu... "Sağ yap sol yap düz git" tarifime hem üzüldüm hem güldüm...


10 Kasım 2008 Pazartesi

ATAM

ATAMIZI bir kez daha anıyoruz... Maalesef onun temellerini attığı ve bazılarının bugünlerde yıkmaya çalıştığı ve değerini, sıcaklığını yeterince anlayamadığımız Türkiye binasında (Buna asla izin verilmeyecek gerçi ama)... Şu ana kadar durumu özetleyen ve benim aklımdan çıkmayan bir olayla durumu özetlemek istiyorum. Karadeniz turu sırasında Samsun'da Atatürk Müzesi'ni gezerken İstanbul'da doğup büyüyen yaşlı bir teyze Atatürk'e bakıp "Sana bakacak yüzümüz yok ama" sözü herşeyi anlatıyor...

7 Kasım 2008 Cuma

ELVEDA

Krizim geldi :)) Hayat insana her an gülmüyor hemen bir sevgili vermiyor... Zaten hemen verse de ondan bir hayır gelmiyor :)) Test edildi, onaylandı... Uzun zaman oldu yazmayalı... Ellerim ve yüreğim "yaz rahatla" dedi ben de saçmalayım biraz...
Bazı konularda çok hareketli bazı konularda ise çok monotan geçen süreci yaşıyorum bu aralar... Özelim, genelim birbirine girmiş durumda. Kamuoyuna açacak özel bir hayatım yok açıkcası. "Sevgili" diyeceğim ve yüreğime pranga vuracak biri de yok... Olsa zaten bu saatten sonra çok farklı olacak ve bir anlamda resmiyet kazanacak... Genelim ise iş-ev ve ara ara tavla kursuyla geçiyor. Bazan tavla dersi veriyorum, bazan alıyorum. Bu bile gökkuşağı umduğumuz ama genelde siyah-beyaz görünen hayatımızın rengi olabiliyor. Mutluluğu büyük şeylerde arayan bir yapım yok. Belli bir mücadele verip olanı olduğu gibi kabul ettiğimden bu yana hayalperestlik ve yarınlara havale olayı bitti. Milli piyango bileti almıyorum, sayısal oynayıp hayallere dalmıyorum. Bunlara çok önceleri dalmıştım planlarını kurmuştum... Hepsi hazır... Çıkacağı uygun zamanı bekliyorum...
Dostlarla, arkadaşlarla birarada olmak hayatın en güzel tarafı... Onlarda hiç konuşmadan oturabiliyorsan, yanında olduğunu görebiliyorsan aynı an ve mekanı paylaşabilmek bile yetiyor... Bir süre ne msn'e girmeyi düşünmüyorum... Hani bayanların özel günleri vardır ya benim de kendime göre özel günlerim var... Bilen bilir :)))) Bu da onlardan biri... Bir süre inzivaya çekiyorum kendimi ve yüreğimi... Buna fazlasıyla ihtiyacı var... Hoşçakalın...