25 Haziran 2014 Çarşamba

OKUMAK İSTEMEYEN ÇOCUK


Taksim'de bir börekçi...
Küçük bir yer...
4 masa var ve hemen önünde fırın...
Her şey ortada...
Ve içerisi hareketli...
Girişteki masaya oturdum ve hemen yanıma bir çocuk geldi...
Konuşmuyor da ama bakışları ve eylemleri ile "Ne istersin abi" mesajı veriyor...
Yaşı taş çatlasa 9...
Sade böreğin yanına çay istedim...
Çocuk koştura koştura bir üst kata çıktı...
Küçük ve çelimsiz... Ama dikkatli ve işinde titiz...
Sürekli bir şeyler yapma telaşı ve heyecanı içerisinde...
İşten kaçmıyor aksine iş çıksın da çalışayım edasında...
Neyse tam çaprazımda orta yaşlı bir amca. Hali vakti yerinde gibi...
Hemen önüme ise biraz daha yaşını ve başını almış bir amca geldi... Arkası bana dönük...
Çocuk çayımı getirdi merdiven başına geçip el pençe divan durumuna geçti...
Çaprazımdaki amca çocuğa sordu:
- Okula gidiyor musun?
- Yok... Okumayacağım...
Şaşkınlık ve baba nasihatleri...
- Oku oğlum oku...
Hemen önümdeki amca da muabbete dahil oldu:
- Bak okumazsan benim gibi hamal olursun...
İçeride aynı zamanda ağabeyi de çalışıyor ve bu durumdan rahatsız gibi görünüyor...
O nedenle de çocuk fazla ortalarda sohbet havasına girmeyip çalışma derdinde...
Yanıma geldiğinde ise benden tek soru:
- Adın ne senin canım...
- ŞERİF...
Yolun ve bahtın açık olsun Şerif... İnşallah bu kapitalist düzen ve sistemin erittiği, çürüttüğü ve ezdiği nesilden birisi olmaz kafayı kullanır farklı roller ve kimlikler edinirsin...

11 Haziran 2014 Çarşamba

ESARETİN BEDELİ ÖDENİR Mİ?

Hayatımız film... Kimimiz vizyonda, kimimiz illizyonda kimimiz ise sürrealist bir ortamda... Herkesin dünyası kendine... Ancak bu kadar ayrım ve parmak izinin bile milyonlarca olduğu bir dünyada o parmakların 1 numara olarak işaretlediği film ESARETİN BEDELİ... Yani THE SHAWSHANK REDEMPTİON...  Hemen hemen izlemeyenimiz yoktur... Hatta "Bir daha olsa yine izlerim" sesleri duyar gibiyiz...
Size içerik anlatmayacağız, filmi tekrar hatırlatmayacağız ancak tek kelimelik özet çıkarımlar sunacağız... Bir filme bu kadar aksiyon ve duygunun nasıl sığdırıldığına ve belki de bu filmi 1 numara yapan çıkarımları aktaracağız... İşte o sıralama:
- CİNAYET
- TECAVÜZ
- ZEKA
- SADAKAT
- ALIŞKANLIK
- DOSTLUK
- GÜÇ
- PARA
- AZİM
- İNANÇ
- HEYECAN
- ALDATMA
- GENÇLİK
- ÖZGÜRLÜK
- İYİ NİYET
- PLANLI ÇALIŞMA
- SABIR
Sadece bu kadar mı? Tabii ki hayır... Tekrar izleyin bu başlıklara emin olun en az 5 madde daha eklemeniz mümkün... Çünkü bu öyle bir yapıt ki, zamana meydan okuyan, şaşırtan ve uzun süre kalıcılığını koruyacak kadar iz bırakan müthiş bir ESER...
Film ve kitaplarda şöyle ortak bir özellik vardır... Zaman değişir, kitap ve film değişmez ancak izlediğinizde sizde bıraktığı etki ve mesaj farklılık gösterir. Hatta "Aaa ben bunu nasıl görmemişim" tarzı bir çıkarım da olur... Aslında bunun nedeni izleyenin değişmesi, gelişmesi ve farklı bakış açıları edinmesidir...
FİNAL SORUSU: ESARETİN BEDELİ ÖDENİR Mİ?

27 Mayıs 2014 Salı

AĞA ÜZGÜN-MÜŞ (!)

 


İşadamı Ali Ağaoğlu’na ait inşaat şantiyesinde yaşanan kazada bir işçi hayatını kaybetti kaza sonrası ayaklanan işçiler çalışmayı bırakarak protestoda bulundu. Kaza sonrası şirket 2 gün yas ilan edildiği açıklandı. Acaba gerçekten üzüntüden mi yoksa tansiyonu düşürmek için mi? YORUM SİZİN...

DOĞALI GİTSİN YAPAYINI YAPARLAR NASIL OLSA (!)



EGE Bölgesi’nin en büyük gölü olan Bafa’daki kirlilik üst düzeye ulaşırken göldeki yeşil peltemsi görüntüden sonra da şimdi de köpürme başladı. Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD), acil önlem çağrısı yapıp canlı yaşamının bitmeye başladığı gölün aksi takdirde su formundan önce bataklık, ardından da kara formuna dönüşeceği uyarısında bulundu. (HÜRRİYET)
MİNİ YORUM: Hiç önemli değil. Nasıl olsa doğallık değil yapaylık önemli... Maketini veya yapay olanını bir alış-veriş merkezinin içine yaparlar... Sonra törenle açılışına katılırlar...

25 Mayıs 2014 Pazar

MARTI KAVGASI


Bebişim (eşim) ve ben Tünel'den Karaköy'e geçtik...
Amacımız çok acız ve ikimiz de balık ekmek yemek istiyoruz...
Bizim özel ve güzel mekanımıza gidiyoruz...
Karaköy'de, Kadıköy istekelesinin tam yanındaki açık alan...
Öyle lüks falan bir ortam yok... Zaten lüks ikimizi de bozar...
Köy kahvesi havasında masa ve sandalyeler...
Üzerinde ise sofra diye tabir edebileceğimiz örtüler...
Hemen kenarında set ve deniz...
Yan tarafta demir atmış yalnızlığa bir taka mı dersiniz balıkçı teknesi mi?
İnsan yok ama müziği var...
Ve hemen setin üstünde hiç olmadığı kadar martı...
Biraz kalabalık da var...
Balığını yiyen martıları da nasiplendiriyor...
Setin üstünde kalan mücadelesine devam ediyor...
Martılar arasındaki güç savaşına canlı tanığız...
Tüylerinde inanılmaz bir beyazlık...
Baktıkça bakası geliyor insanın...
Ancak güçlü olanları set üzerindeki 2-3 metrelik alana hakim olmak istiyor...
Oturanlar balık atıyor ama martı hem atılanı yiyor hem de hakimiyetini ilan ediyor...
Yaklaşana saldırıyor... Amaç balığı yemek değil, gücünü göstermek...
Yaşlılar savaşmaktan elini eteğini çekmiş görünüyor...
Haa meydan okuyana karşı yeni meydan okuyanlar çıkıyor ve sürekli bir sirkülasyon var...
Güçlüler geliyor ve sürekli değişiyor...
Bir taraftan da kediler de kendilerine biçilen rolü seçiyor döküntüleri yiyor...
Ve bazı martıların çıkardığı sesler inanılmaz...
Yalvarır gibi, meydan okur hali ve 'en büyük benim' haykırması...
Yolunuz düşerse iskelenin hemen yanından Unkapanı köprüsüne doğru yürür gibi ilerleyin ve bu özel ve güzel mekanda balığınızı yemenizi tavsiye ederiz...
O kadar pahalı da değil...
İki balık ekmek salata ve bir içecek 20 TL civarı.
AFİYET OLSUN...

22 Mayıs 2014 Perşembe

1 TL YARDIM

Soma olayları kötü günümüzde birlik içerisinde olabileceğimizi gösterdi... 
Siyaset yok ayrım yok ve sadece insanlık var.
Ve bir gerçeği daha gördük...
İşverenler (işadamı) zor durumda... 
O nedenle insani yaşam sınırının çok altında rakamlar ödüyorlar.
O işverenleri de anlamak lazım (!), sempati olmasa bile empati kurmak gerek (!)...
O kadar işçi çalıştır, sigortasını yatır, her türlü derdine koş... Boğaza nazır gökkafesinden puronu yakıp 'aylıklarını nasıl ödeyeceğim?' diye düşün...
Gerçekten kolay değil... Onların da geniş gibi görünüyor ama dar bir yaşam alanları var... Çünkü büyük metropollerde yaşıyorlar ve malum trafik sorunu var...
Gerçi 1990'lı yıllarda mevcut siyasetin 'yürü ya dostum' dediği bir işverenimiz evinden yol durumuna bakar, trafiğe göre helikopterle işe gelip giderdi... İş yerinin çatısına inerdi ancak şimdi kendi ülkesine gelemiyor... Gerçekten zor... Allah yardım etsin... Bunu samimi şekilde söylüyorum... (Öyle ya da böyle ekmeğini yedik)
Konuyu dağıtmadan tekrar olaya dönelim?
Ülkemizde yol ihalelerine girip zenginler sıralamasında ilk 500'lere girenlerin bile "Ya bu ihalelere giriyoruz ama zarar ediyoruz. Vallahi kurtarmıyor" dediğini okuduk.
Madenciler Türkiye'deki acı işçi gerçeğinin görünen yüzü ama bir de görünmeyen yüzü var... O şehitlerimiz karanlıktan, asgari ücretle sömürülen insanların durumlarına da ışık tuttu aslında... Yüzleşmemizi sorgulamamızı ve kendimize gelmemiz adına fırsat yarattı...
Herkesin kazandığı kendine HELAL HOŞ OLSUN ama biz de diyoruz ki;
(İşçinin emekçinin hakkını veren işadamlarına saygımız sonsuz... Allah daha çok versin)
Nasıl olsa bazı işverenler zor durumda ki düşük ücretler vermek zorunda kalıyorlar...
Taraftar yine en vefalısı, en cana yakını ve sahipleneni... Tamam küfür ediyor kendi arasında kavga yapıyor ama hakkını verelim zor günde de ilk yanında onlar oluyor... Çünkü o da gariban, o da oralardan gelmiş veya içinde... Düşenin halinden düşen anlıyor...
Tüm bunlara bakarak, kulüpler yeni sezonda maç biletlerinin ücretlerine +1 TL eklese...
Ve bu çok düşük ücretle işçi çalıştırmak zorunda kalan zor durumdaki bazı işverenlere verilse KÖTÜ MÜ OLUR!.. Fon yaratılsın, işveren isterse maaş gününe kadar veya hafta sonuna denk gelen günlerde pazartesiye kadar o parayı kullansın...
Hem işçilerimize yardım için ölümler beklenmez hem de işverenlerin yükü biraz hafifler...
HAYDİ EMEKÇİLER... ELLER , DELİK CEPLERE... ÇIKAR ÇIKAR 1 TL DE OLSA ÇIKAR... İYİ BAKIN...
NOT: Ne ilginçtir ki 1 TL MADENİ para...

19 Mart 2014 Çarşamba

'DİN'LEME!


Türkiye gündemi
DİNLEME...
Nereden geliyor
DİN'lemeden...
Bakıyorsunuz bugüne kadar kutsal ve kişiye özel olan DİN'i değerleri kullananlar, "Allah Allah" diyerek dünyalıklarını yapanlar DİNLENMİŞ...
Ve bu sadece DİNLEME ile kalsa iye bir de İZLENMİŞ...
Arkadaş sizde hiç mi vicdan yok!..
Bırakın götürsünler...
Bırakın değerleri yok etsinler...
Bırakın özel ve kutlal değerlerle makara geçsinler...
Bırakın rahatça at koşturup yandaş candaş edinsinler...
Bırakın meydanları doldurup övünsünler...
Bırakın oraya buraya servis kaldırıp paralı asker edinsinler...
Bırakın TL bazlı değil Euro ve Dolar kuruyla takılsınlar...
Bırakın yasama, yürütme, yargı ve 4. kuvvet medyayı istediği gibi yönetsinler...
Bırakın gözünüzün içine baka baka utanmadan yalan söylesinler...
Bırakın 'eğemenliklerini' bağışlayan bağışlasın...
RIZA gösterin biraz SARRAF değil belki ama SAF olun...
Ancak işinizin istediğiniz gibi görülmesini istiyorsanız 'BAHŞİŞİ PEŞİN' verin...
Ve lütfen az çok paranız varsa Ayakkabı Kutusundan uzak tutun. Çünkü orası deşifre oldu...
HAYIRLI İŞLER...
NOT: Yanlış anlamayın ama fotoğraftaki terazi altın kaplama ha!

18 Mart 2014 Salı

SPOR SİYASETİ




30 Mart seçimleri öncesi, Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın internet sitesinde bakanın tamamiyle siyasi içerikli konuşmasına yer verilmesi "GENÇLİK VE SİYASET BAKANLIĞI" yorumlarına neden oldu... İşte nedeni;
Gençlik ve Spor Bakanlığı... internet adresi www.gsb.gov.tr... 
Mevzuatının amaç bölümünde de belirtildiği gibi hedef kitle GENÇLİK... Alt açılımının ana maddesi de SPOR...
18 Mart gecesi internet sitesini ziyarette ilginç ve biraz da dikkat çekici bir durum vardı...
Sitede 7 ana manşet bulunuyor.
Bunlardan ilki her Türk insanının duyarlılık göstermesi gereken 18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitlerimizle ilgiliydi. Duyarlılık konusunda tebriği hak ediyor.
17 Mart tarihli "İzmirli Gençlerin Tiyatro Gösterisi ile Milli Şarimizi Anması" da güzel bir olay... Ancak diğer haberler şaşırtıcıydı...
Ne mi bunlar? Kısaca anlatalım...
- Samsun Lojistik Köy Projesi'nin tanıtım toplantısı ve gençlere büyük iş düştüğünün vurgusu... 14 Mart tarihli
- Bakan 19 Mayıs Barajı'nın temelini attı. 14 Mart tarihli (HAYIRLI OLSUN)
- Tekirdağ Kapaklı Samsunlular Derneği'ni ziyaret. 15 Mart tarihli
- İstanbul Sancaktepe'de Mustafa Öncel Kültür ve Spor Kompleksi'nin açılışı. Bakan gençlere yeni tesisi iyi kullanmaları tavsiyesinde bulunuyor.  15 Mart tarihli. (BU DA HAYIRLI OLSUN)
- Lüleburgaz Karadenizliler Kültür ve Yardımlaşma Derneği'ni ziyaret. Hizmet vurgusu ve sandıkta gerekli cevabın verileceğine işaret. 16 Mart tarihli
Burada öne çıkanlar ve özellikle sorgulanan haber 15 Mart tarihli Kapaklı Samsunlular Derneği'ni ziyaretindeki siyasi içerikli ve tamamiyle 30 Mart seçimlerine yönelik konuşmasının bakanlık sitesinde yer alması... SPOR kelimesinin sadece Spor Bakanı cümlesinde yer alıyor... Tamam belki de Türkiye'de siyaset en önemli SPOR. Çünkü oradan oraya koşturuyorsun, bin takla atıyorsun, uçuyorsun, gol atıyorsun, yiyorsun... İşin esprisi bir tarafa ondan sonra bizim olimpiyatlarda, şampiyonalarda (zaten en önemlilerinde yokuz) başarısızlığımız sorgulanıyor...
SÖZE GEREK VAR MI!

BUGÜNÜ UNUTMA UNUTTURMA


11 Mart 2014 Salı

FAKİR VE GURURLU


Bu Türk sinemasının klişe ama sağlam figürlerindendir.
Aslında bizim kendi gerçeğimizdir...
Özellikle yeni nesil için değil ama eski nesil için daha çok kullanılan bir ifade biçimidir...
Onlar gerçekten fakir doğmuş ama gururla büyümüş, büyütülmüş çoluk çocuklardır... Ve onlar sonrasında alın teriyle kazandıkları paralarla zengin (!) değil ama insanca yaşamı sağlamış kişilerdir...
Son dönemlerde de varoş diye tabir edilen bölgelerde bu nesillerin uzantıları devamları vardır...
O evlerde kapıcı yoktur...
Ekmek (somun) kapının koluna asılmaz...
Gazetesi zaten yoktur...
Baba kahvede masanın üstünde bir gazete görürse okur...
İşte böyle bir hayatın uzantısı...
Ekmek almaya gidiyordu...
Başına biber gazı kapsülü isabet etti...
Yaralanmalara da saldırılara da alışmış, alıştırılmıştık...
1-2-3-4-5 yetmez 6-7-8 olsun demiyorduk ama oldu...
Çünkü önemli olan insan hayatı değil otorite ve duruştu.. Yemişim böyle duruşu (!)
Evet 8 oldu...
Demokratik hak arayışı, sidik yarışı, 'güç bende' anlayışı...
Sonuç ortada...
O çocuğun, kardeşimizin tapelerini göremedik...
Babası ile konuşmasını dinleyemedik...
Keşke onun da 'ALO BABACIĞIM' diyen sesi olsaydı...
Daha sonrasındaki konuşmaları önemli değil sadece 'alo babacağım...' yeterliydi...
Oğluna veya yakınına en küçük bir müdahale olduğunda veya laf uzatıldığında okyanusu ateşe vermek isteyenler nerede...
Onun da babası var... Onun da annesi var... Ama onların gücü, sesi ve ekonomisi sadece günü kurtarıyor... Aslında onurları ve gururları 'ben güçlüyüm, ben şuyum ben buyum' diyen sesli kitlenin hepsini sessiz duruşlarıyla satın alıyor, acıtıyor ve yaralıyor... Daha doğrusu insan olduğunu düşünenler için böyle...
Haa unutmadan...
Savunma duyar gibiyim
- Tüm bunları dış güçler yaptı...
Hadi oradan canım...
O biber gazlarını onlar mı sıktı, sıktırdı...
Utanmadan hala bugün bile orada burada biber gazı sıkılıyor...
DİRİYE SAYGI GÖSTERMEDİNİZ BARİ ÖLÜYE BİRAZ SAYGI...
YETER...
  

9 Mart 2014 Pazar

GÜNÜMÜZÜ ANLATIYOR SANKİ...


SÖZÜN BİTTİĞİ YER

“Kadın, adın nedir?”
-Bilmiyorum...
“Yaşın kaç? Nerelisin?”
-Bilmiyorum...
“Niçin o tüneli kazıyordun?”
-Bilmiyorum...
“Ne zamandır gizleniyorsun?”
-Bilmiyorum...
“Niçin ısırdın parmağımı?”
-Bilmiyorum...
“Bizden sana zarar gelmeyeceğini bilmiyor musun?”
-Bilmiyorum...
“Kimin tarafındansın?”
-Bilmiyorum...
“Bu bir savaş, seçimini yapmalısın?”
-Bilmiyorum...
“Köyün hâlâ yerinde duruyor mu?”
-Bilmiyorum...
“Şunlar senin çocukların mı?”
-EVET
(Bir kadın bir tek "anne" olduğunu unutmaz..!)
Wislawa SZYMBORSKA ... VİETNAM

8 Mart 2014 Cumartesi

GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN... ÇOK BÜYÜKSÜNÜZ...


KADINLAR GÜNÜ HİKAYESİ:
8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 129 kadın işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 10.000'i aşkın kişi katıldı.
26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Internationaler Frauentag" (International Women's Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.
TÜRKİYE: 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın, ve yığınsal olarak kutlandı, kapalı mekanlardan sokaklara taşındı. "Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı" programından Türkiye'nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında "Türkiye 1975 Kadın Yılı" kongresi yapıldı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi'nden sonra dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmadı. 1984'ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından "Dünya Kadınlar Günü" kutlanmaya devam ediliyor.
YAZISAL ANLAMDA VE TARİHİ SÜREÇ OLARAK BÖYLE...
Ya gerçekler... İşte o biraz farklı... Daha yeni yeni analarımızın, kardeşlerimizin eşimizin gününü kutlar hale geldik. Bunda da sosyal medyanın etkisi büyük... 
İYİ Kİ VARSINIZ... SİZLERİN HAKKI ÖDENMEZ... 

3 Mart 2014 Pazartesi

REKLAM YAZARLIĞI


Konya'da bir araç sahibinin ilanı
Aracım 1977 model olup 1300 motor hacmine sahip bir yer uçağıdır (Benim gözümde). 
Model yılının 83 yazdığına bakmayın 83'ten aşağısını bilgisayar kabul etmedi. Onun için öyle yazmak zorunda kaldık.
ABS, KlİMA, AIRBAG, AÇILIR TAVAN, ALAŞIM JANT, NAVİGASYYON, YOL BİLGİSAYARI gibi özellikleri yoktur. Fakat, direksiyonu, sigara küllüğü, yaylı koltukları ve çakmaklığı vardır. Açılıp kapanabilen camları ve kapı kolları çalışır durumdadır.
Komple orıjınal olan aracımda aranırsa birkaç yerde lokal boya çıkabilir. Hatta iyicene didik didik edilirse komple boyalı olduğu ortaya çıkabilir. Yüzeysel boyaların yanısıra bir kaç küflü bölgeye de rastlanılmıştır.
Aracın rengi aslen eflatundur. Fabrika çıkışı ise koyu yeşil ile cırtlak mor arası bir şeydir. Bu boyalar zaten o dönemki renoların orijinal boyalarıydı. Bizim elimize geçtiğinde beyazdı. Biz de daha sonra kanunlara uygun olsun diye ruhsattaki yazan renk olan eflatuna boyattık. Fakat renk seçeneğinde aradım bulamadım. Ona yakın bir renk olan Mor seçeneğinin işaretlemek zorunda kaldık.
Çorum kaloriferini 1 yıl önce başka bir araca taktırdığımızdan dolayı şu anda kaloriferi yoktur. Fakat kışın yedek bir aküye bağlı olarak bir elektrikli battaniye iş görebilir. Veya 2.5 litrelik bir kola şişesine sıcak su doldurarak belinize koyabilirsiniz. İmkanlar olmayınca parlak fikirler artıyor haliyle.
Tüm bakımları yetkili serviste yapılmamış olup el yordamıyla eş-dost yardımıyla yapılmıştır. Aracın farları vardır. Fakat uzun ve kısa far diye bir şey olmadığı için geceleyin onunla uğraşmadan direk yola yoğunlaşabiliyorsunuz. Ayrıca farları kapalı konumdayken frene basarsanız fren lambalarının yanında farları da çalışmaktadır. Değişik bir özellik. Diğer arabalarda bulamazsınız.
Arabayı hiç kilitlemiyorum. Kimse de içine girmedi şimdiye kadar.Çünkü kilitlesem bile bir çaykaşığıyla açılıyor zaten. Bilenler bilir. Anahtar derdi yok. Kaput ve bağaj anahtarsız açılabiliyor. Bu özellik modelli arabaların çoğunda bile yok.
Ayrıca şöför mahalinin yanındaki kısımda ayak koyma yerinde yaklaşık 30 cm çapında bir delik vardır. Bu deliği örtmek için bir mukavva ve çuval kullandım. Yazın deliği açarak doğal klima olarak kullanmaktayım. Yakıtı da etkilemediği için gayet ekonomik.
Egzozu delindi. Baktım güzel ses çıkarıyor. Hiç ellemedim. Çalışınca havalı bir araba gibi ses çıkarıyor. Başkaları egzozdan ses çıkarmak için bir çok paralar harcıyor. Düdük falan taktırıyorlar. Ben bedavadan yapıyorum bunu.
Aracımdan gayet memnunum. Muhayyer bir araçtır. (O da ne demekse bir türlü çözemedim. Osmanlıca özlüğe bile baktım ama işin içinden çıkamadım.) Model yükselteceğimden dolayı satıyorum. Yoksa daha binerdim. 1979 model bir Renault 12 alacağım. bu modeller arası renaultlarla takas yapabilirim."

28 Şubat 2014 Cuma

MENEKŞE


Edirne'de 4 yaşındayken geçirdiği havale sonrası beyin tümörü olduğu anlaşılan ortaokul birinci sınıf öğrencisi Menekşe Bür'ün ailesi, maddi imkânsızlıktan 2008 yılında Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’ne başvurarak evde bakım ücreti ödeneğinden yararlanmak istedi. Başvuruyu değerlendiren kurum Menekşe için evde bakım ücreti ödenmesine karar verdi. Üç yıl süreyle Bür ailesine toplam 16 bin lira ödendi.

‘FAİZİYLE ÖDEYİN’

Ancak ödenek, 2011 yılında, vücut fonksiyonlarını yüzde 42 oranında kullanabilen küçük kıza yardımın sürmesi için yüzde 50'nin üzerinde engelli olması gerekçe gösterilerek kesildi. Kurum, geçmiş yıllarda ödenen toplam 16 bin lirayı da, faiziyle 22 bin lira olarak geri istedi. Evin geçimini hamallıkla sağlayan 3 çocuk babası Kadir Bür (40), parayı kuruma ödeyemediği için icraya verildiğini söyleyerek, “Kızımın tedavisini devam ettirmekte zorlanıyorum. Ayda bir tedavi için İstanbul'a götürüyorum. Ben kimseden zorla para almadım” dedi.

KAYNAK: HÜRRİYET

KISA YORUM: Ayıptır, günahtır... Bu ülkede milletin halkın parasının birilerine peşkeş çekildiği, parsel parsel dağıtıldığı ve geyiğinin artık ortalara düştüğü ortamda utanılası bu haber onlara KAPAK olsun... BU KIZIN BİRİLERİ GİBİ "- ALO BABACAĞIM... BABACIĞIM" DİYECEK TELEFONU BİLE YOKTUR BE... 

SICAK GELİŞME!..


PARANIN YÜZÜ SICAK DERLER AMA...


BU DA AYRI BİR ALEM!


ALLAH YARDIM ETSİN!


FARKLI BAKIŞ :)))


SİPARİŞLE HAVANIZI BULUN!


27 Şubat 2014 Perşembe

BABA VE OĞUL

Kahvede hemen hemen tüm sandalyelerde okey takozları vardı... 
Yani kahve kültürüne göre rezerve... Ne isim ne cisim var. Tüm takozlar aynı... 
İki farklı tv var... İkisi de büyük ekran....
Kahve U şeklinde ama biraz zikzaklı...
İlk TV'nin önü tamamiyla dolu gibi. 
Arka sıranın bir önü tamamıyla boş. Zaten orası da 6 kişilik...
Neyse maç saati yaklaşıyor ve rezervasyon yaptıranlar yavaş yavaş yerini alıyor...
Tiyatro ve sinema havası gibi kahveci de gelenlere yer gösteriyor takozları topluyor...
Kitlenin yaş ortalaması dengeli... Yaşlısı, orta hallisi ve genci... En fazla yaşlı var gibi...
Galatasaray-Chelsea maçı başlıyor, gençlik daha bir tepkili ve reaksiyon gösterir durumda... 
Ancak kahvede Mancini çok... Hem de istemediğin kadar... - Bunları Anadolu takımlarına göndermek lazım - Neyse Galatasaray defans hatasından golü yiyor eleştiriler geliyor...
Ha bu arada Galatasaraylı'dan çok diğer takımlı var desek yeridir. Çünkü herkes "Senin ne işin var burada... Takım mı değiştirdin" diye birbirine takılıyor...
Maça dönelim... Galatasaray'ın Burak'la ağlara giden ancak Donk Terry'nin hareketi yüzünden iptal edilen golü yaşanıyor... Herkes havalarda... Hakemin iptal kararı görünüyor...
Ardından baba ve oğulun diyaloğu dikkat çekiyor...
Baba bir mutlu heyecanlı... Eli ayağına dolaşmış vaziyette ve biraz da mutlu...
- MAÇ TEKRAR EDİLİR...
Liseli gibi görünen oğul devreye girer...
- BABA NE TEKRARI YA...
- OĞLUM DONK'UN HAREKETİNİN AYNISI...
- BABA DALGA MI GEÇİYON... BİRİ TFF BİRİ UEFA...
- OĞLUM AYNI HAREKET...
- BABA BİZİM TFF İŞGÜZARLIK YAPTI, UEFA BENZER Mİ ONLARA...
Baba susuyor ama umudunu da koruyor...
Ve ardından devre arası diyologu...
Yaşlı bir amcanın tepki çeken yorumu:
- Bak gördün mü Teriyi... Donk'u izlemiş aynısını yaptı şerefsiz... Ahlaksız bunlar...
Arkadan bir abi:
- HEE TERİNİN İŞİ GÜCÜ YOK. KASIMPAŞA-BEŞİKTAŞ MAÇINI İZLEMİŞ... 
Amca tepkisine devam ediyor...
- BU TERBİYESİZLERE VERECEKSİN 10 MAÇ CEZA... AKLI BAŞINA GELECEK...
Ve maç 1-1 biter Sarılısı-Kırmızılısı-Lacivertlisi, Siyahlısı-Beyazlısı, üzgün, mutlu ve orta halli kahveyi kapatır...

25 Şubat 2014 Salı

ONLAR ÖZÜR DİLİYOR BİZİMKİLERE EKSTRA PRİM VERİLİYOR


Uknayna'da 100 polis olaylar sırasındaki halka karşı şiddet içeren tutumları nedeniyle özür diliyor, ölenler için diz çöküyor... Biz de ise GEZİ olaylarından hatırlayın... DESTAN YAZDILAR VE PRİM KAZANDILAR... Farkı bakış açısı ve davranışı...

5 YIL SONRA KEŞİF (!)

Anadolu Ajansı'nın haberi şöyle: Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca, eski BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nun hayatını kaybettiği helikopter kazasına ilişkin soruşturma kapsamında, Genelkurmay Başkanlığı'nda rotaların takip edildiği merkezde keşif yapıldığı bildirildi. Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yazdığı talimat doğrultusunda, TMK'nın 10. maddesiyle görevli Cumhuriyet Savcısı Mustafa BaşerGenelkurmay Başkanlığı'na gitti. Başer'in, rotaların izlendiği merkezde, Yazıcıoğlu'nun bulunduğu helikopterin hareketi ve düşüşüne ilişkin keşif yaptığı belirtildi.
Ve bunu bazı internet siteleri FLAŞ GELİŞME diye veriyor... Flaşı mı kaldı... Olay 2009 Mart 25'te olmuş biz hala keşifteyiz... KOLAY GELSİN... ÜLKE ÇALIŞIYOR (!) GÜNDEMİ DEĞİŞTİRMEK İÇİN UCUZ TAKTİKLER BUNLAR...

21 Şubat 2014 Cuma

TREN'İ Tİ-YE ALMIŞLAR SANKİ!..


İNCE ÇİZGİ (kopan kurtarıyor kendini :))


NE KADAR SALLANACAĞIZ ACABA!

Son torba yasa ile deprem verileri devlet tekeline alınmış... Yani bir anlamda iktidar... Depremlerin büyüklük ve şiddet gibi verilerini kamuoyuna resmi olarak sadece Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) duyuracak-mış. Deprem gözlemi yapan üniversiteler, yerel yönetimler, kurum ve kuruluşlar, verilerini eşzamanlı olarak AFAD’a aktaracak-mış. İllerde afet ve acil durum yönetiminin tüm unsurlarını içerecek şekilde AFAD’ın taşra teşkilatı olarak valiye bağlı il afet ve acil durum müdürlükleri kurulacak-mış. İlin afet ve acil durum hazırlıklarını yapmak, risk azaltma, müdahale ve iyileştirme planlarını işbirliği içinde yapmak, uygulamak ve uygulatmak, bu müdürlüklerin görevleri arasında olacak-mış. AFAD’a 6 bin 511, İçişleri Bakanlığı’na bin 967 yeni kadro tahsis edil-miş. 

Her şey iyi güzel... Aklıma ise şu geliyor... İktidar kendi partisinin kazandığı bölgelerde depremin şiddetini azaltıp muhalefetin olduğu yerlerde artıracak mı! Çünkü her şeyde istenildiği gibi oynamanın yapıldığı bir sistem ve düzende yaşar hale geldik... İYİ SALLANMALAR... 

ÖDÜL, VİCDAN VE CEZA


Bu fotoğraf 1994'te Sudan'da çekilmiş ve Pulitzer ödülü kazanmış.... Açlıktan ölmek üzere olan kızın başında akbaba bekliyor... Fotoğrafı çeken Kevin Carter, kıza yardım etmediği için depresyona girmiş ve 3 ay sonra intihar etmiş. Fotoğraf dünya çapında etki yaratmış ve Afrika'ya yardım kampanyaları başlamış... (Kaynak: Akşam)

NE GÖRÜYORSUNUZ?..


New York Moda haftasıymış... Yıl 2012... Amerika'nın pek gösterilmeyen ancak aleni şekilde görünen yüzünü de anlatan güzel ve üzüntü verici bir fotoğraf... Nereden gördüğünüze ve baktığınıza bağlı... MANİDAR mı yoksa :)))

20 Şubat 2014 Perşembe

PAZAR SİYASETİ!..

Mahallemizin pazarı çarşamba günleri... Fırsat buldukça Bebişimle (eşim) gideriz sebzemizi meyvemizi alırız döneriz... İşte onlardan birindeyiz...
Pazardayız alış-veriş havası...
Ellerimizde poşetler... Bir an önce işimizi bitirip huzur bulduğumuz hanemize gitme telaşesindeyiz...
O sırada limon alıyoruz... Bir anda hareketlilik ve kalabalık artıyor... Aşağıdan yukarıya doğru bir grup geliyor. Bir kısmı elindeki A4 ölçülerinde üzerinde başkan adayının fotoğrafının olduğu seçim broşürünü veriyor diğer taraftan da umursamaz halde olan insanlara "Elini sıkın, ilgi gösterin" işaretleri yapılıyor... Açıkcası vatandaşın umrunda değil. Ve grup bana doğru yaklaşıyor önümde başka birisi olduğu için ve limon doldurduğumdan PAS geçiyorum... Adamı pardon başkan adayını ilk defa görüyorum... İnsanlarla zoraki el sıkışma... Samimiyetten, doğallıktan ve sıcaklıktan uzak. Maskeli tebessümler...
O sırada pazarcılardan birine broşürü tutuşturuluyor ve Belediye Başkan adayı diye taktim ediliyor... Yaşlı amca bir broşürdeki fotoya bakıyor bir de adaya bakıyor ve "BU HİÇ SANA BENZEMİYOR" diyor.
Başkan adayı:
Benim işte...
Kuru kuru göstermelik el sıkmalar vatandaşı selamlamalar...
Sadece öylesine boy göstermeler...
Ne bir hal hatır ne bir dertleri sorma...
Tamamıyla gösteriş...
Ya oraya öylesine gelme, ciddi ciddi yap alış-verişini, vatandaşların dertlerini sorunlarını dinle... Gerçi pazar yeri doğru bir yer değil.. Çünkü insanlar ellerinde poşetler muhabbet modunda hiç değil...
Partinin ve adayın ismini vermiyorum...
PARTİNİZ VE ADINIZ NE OLURSA OLSUN Siz bu düşünce anlayış yapısıyla belediye başkanı olsanız ne olur! Olan millete olur... İşin ilginç tarafı, bu parti benim felsefesine değer verdiğim ancak uygulamalarını ve şu anki söylem tarzını tasvip etmediğim parti...
İYİ PAZARLAR, HAYIRLI İŞLER...
NOT: Benim pazar alış-verişi ve siyasete dair unutamadığım fotoğraf yıllar öncesinde gazetede gördüğüm Adnan Kahveci'ye dayanır. Eşiyle birlikte pazara gitmiş elinde pırasa vardı... O değerli insan ve mühendis bir anlamda projesini kendisinin yaptığı oto yolda yanlış şeride girmekten trafik kazası geçirdi ve öldü... TABİİ YERSEN... Allah rahmet eylesin...








7 Şubat 2014 Cuma

SÖZÜN VE İNSANLIĞIN BİTTİĞİ FOTOĞRAF


NOT: Adamın sırtındaki çuvalda 1.5 yaşında hayatını kaybeden Muharrem Taş var... SENİ HEPİMİZ ÖLDÜRDÜK MUHARREM...

O OLAY BİZDE OLSA...

NBA'de önceki gece tarihi bir olay yaşanıyor...
Los Angeles Lakers, Cleveland Cavaliers ile karşılaşıyor. 
Eksikler nedeniyle Lakers maça 8 kişi çıkıyor. 
Lakers’ta Nick Young ve Jordan Farmar sakatlanıyor.
Chris Kaman 6. faulünü alarak oyun dışında kalıyor. 
Lakers sahada 5 kişi. 
Bitime 3 dakika 32 saniye kala Robert Sacre 6. faulünü alıyor. Lakers kalıyor 4 kişi. 
NBA kuralları bir takımın sahada 4 kişiyle mücadele etmesine izin vermiyor-muş. 
Hakemler Sacre’nin maça devam etmesine, ancak yapacağı her faulün teknik faul olarak değerlendirilmesine karar veriyor. Yani bir anlamda çözüm üretiyor.
Lakers, sahadan 119-108’lik skorla galip ayrılıyor.
Haa bu arada salona takım elbiseyle gelen Steve Nash de kadroyu doldurmak için forma ve eşofmanlarını giyerek bençte oturuyor.
OLAY BU SORU ŞU:
Böyle bir durum bizde yaşansa ne olurdu?
- OLAY olurdu..
- Yer yerinden oynardı.
- Cleveland Cavaliers yönetimi, üç hakeme de düdüğü astırırdı.
- Taraftarı sokağa dökülür "KUPAMIZI İSTİYORUZ (PARDON MAÇI)" derdi.
- Basketbol Federasyonu, tepkiler üzerine "HAKEMLERİN İŞGÜZARLIĞI" der topu kendinden atardı.
- Bir çok ilimizde basketbol topları patlatılır kesilirdi.
- Federasyon maçı iptal eder uzun süre kamuoyunda tansiyonun düşmesi beklenir, siyasi erkin tavrı görülür ona göre bir sonuca varılırdı. Tahkim'e ayar çekilir iş düzeltilirdi.
- Bazı yorumcularımız "HAKEMLER ADAM DEĞİL. HELE MAÇA DEVAM EDEN SACRE HİÇ DEĞİL" derdi. Aynı programda bir diğer yorumcu "YAYIN BİTİYOR MU! Dur Zambiya'dan mesaj atmışlar. İtalya'dan Antartika'dan selamlar var. Hepsine selam söylüyoruz" derdi... Öbür taraftar birisi "DİTROİT taraftarı da mesaj atmış" de o da selamı çakardı. Biri de "Hakemin babası tornacı, annesi ev hanımı" diye devam ederdi...
- Hakkını yemeyelim... Bir kaç kişi de çıkar derdi ki:
HELAL OLSUN... İŞTE ÇÖZÜM ÜRETMEK BU... TATİL ETMEK KOLAY ÖNEMLİ OLAN MAÇI BİTİREBİLMEK... NBA KÜLTÜRÜ FARKI...
SON SORU: Siz olsanız ne yapardınız?



6 Şubat 2014 Perşembe

AMAN DİKKAT! KASETİNİZ ÇIKABİLİR

İstanbul Unkapanı...
Eskiden sanatçı olmak isteyenlerin türkü çığıranların, sazı eline alıp memleketinden kaçanların buluşma mekanı... Yani Unkapanı değil o zamanın deyimi ile "ÜN KAPANI."
Şimdinin ise İMÇ'si... İstanbul Manifaturacılar Çarşısı...
Bir zamanlar insanların elinde sazı sabahladığı, kasetçilerin açılmasını beklediği umut dünyası... Şimdilerin ise Issızlar kervanı...
Ne değişti?
Artık kasetleri sadece müzik yapımcıları çıkarmıyor... Aslında onların ki artık klişe kalıyor... Çünkü şu anda herkesin bir kaseti var... Zamanı ve yeri geldiği düşünüldüğünde vizyona giriyor...
Onun için siz siz olun kapalı veya açık ortamlarda sadece konuşma yapmayın arada bir de türkü çığırın da belki sesiniz güzeldir... Eylem ve söylemlerden içeri girme ihtimaliniz veya itibarsızlaştırmanız mümkün görünse de sesinizle (tabii güzelse), tarzınızla bir şeyleri kurtarabilirsiniz...
Haydi milleti izleyenlere ve dinleyenlere gelsin:
ALLAHHHHHHH BELANI VERSİN... (Söylerken kaşlar hafif çatık)
NOT: "Aman dikkat!" başlığı Cem abinindir. Telifini öderiz... Tabii dava açarsa... Yoksa soda içer :)))

3 Şubat 2014 Pazartesi

(... ...... .......)


KURŞUNLANDI, 1.5 AY SONRA 3 GOL ATTI



(GALATASARAY'IN ANLAŞTIĞI VEYSEL SARI'NIN HİKAYESİ)
Bu sezonun ikinci yarısında Eskişehirspor'da sürekli oynayan, orta sahada ve savunmanın her bölgesinde görev alan bir joker olarak tanıdık onu. Futbol hayatının büyük bölümü amatör kümede geçen bir oyuncu olarak yaptığı sıçrama parmak ısırtıyor. 20 yaşında Beylerbeyi'nde profesyonel oldu, takımı 3. Lig'e düşerken o Süper Lig'den Eskişehirspor'a transfer yaptı. Üstelik 16 yaşında dizinden kurşun yemiş ve yürümesi bile tehlikeye girmiş bir gençten söz ediyoruz. Azminin ve yeteneğinin karşılığını şimdilerde A2 Millî Takımı'na seçilerek almış durumda. 
Futbola ne zaman ve nasıl başladın?
Her futbolcu gibi mahalle arasında futbol oynamaya başladım. Kola kutularıyla bile futbol oynardım. Tophane'nin küçük sahasında arkadaşlarla oynarken, Beyoğlu Yeniçarşı'nın antrenörü Rahmi Hoca beni görmüş, beğenmiş. "Kulübe gel" dedi. O sırada 11 yaşındaydım. Babama danıştım, o da olur verince gittim.
Ailen futbolcu olmanı nasıl karşıladı? Ailende futbol oynayan birileri var mıydı?
Ailemde değil, sülalemde futbolla ilgilenen birini bulmak çok güç. Sadece amcam biraz futbolu takip eder. Bir de abim yaşı itibariyle futbolla ilgileniyor. Hatta beni yönlendiren de abimdir.
Futbola başladığın dönemde zorluklar yaşadın mı?
Tophane'de oturuyorduk, Beyoğlu Yenişarçı takımı antrenmanlarını Halıcıoğlu'nda yapıyordu. Her gün Tophane'den Şişhane'ye yürür, oradan da Halıcıoğlu'na kadar otostop yapardım. Eğer kimse arabasına almazsa, yine yürürdüm. Amatörlüğün şartları zordur. Toprak sahada, çamurun içinde antrenman yapar, kendi eşyalarınızı kendiniz yıkarsınız. Annem o konuda çok kahrımı çekmiştir, sağ olsun.
Peki eğitimini de sürdürdün mü bu arada?
Liseyi Beyoğlu Fındıklı Lisesi'nde okudum. Sonra da Eskişehir'de üniversiteyi kazandım. Turizm Otelcilik Bölümü öğrencisiyim ama profesyonel olarak futbol oynamaya başlayınca okula devam edemedim. Bu nedenle açık öğretimde eğitimimi sürdürüyorum.

Futbola başladığında nereleri hayal ediyordun?
Amatör futbol oynadığım dönemde başımdan kötü bir olay geçti. 16 yaşındayken dizkapağımdan vuruldum. O nedenle ailem futbolu bırakmamı istedi.
Bu olay önemli. Nasıl vuruldun, neden vuruldun, bu konuya girelim istersen.
Tophane'de olur böyle şeyler (gülüyor). Okul çıkışında üç arkadaş yürürken kim olduğunu bilmediğimiz birisi artık ne sebeple olduğunu bilmiyorum ama bize ateş etti. Dizkapağımdan vuruldum. Hemen hastaneye kaldırdılar. Doktor benim yanımda anneme, "Bu çocuk artık yürüyemez" deyince annem çok kötü oldu. Bende de çok ciddi olamamak gibi bir durum var. Her olaydan gülecek bir şey çıkartırım. Orada da annemler feryat figan ağlarken ben yine gülüyordum. Doktorun "Artık yürüyemez" sözlerini duyunca, "Böyle olmayacak, başka bir hastaneye gidelim" dedim. Gittiğimiz hastanede ortopedi mütehassısı bana MR için gece randevusu verdi. Gece yeniden hastaneye gittik ve MR çektirdik. Doktor sonuçları görünce, "Mucize gibi bir şey, dizkapağına sanki hiçbir şey girmemiş gibi" dedi. Mermi girip çıkmış ama bağlarda veya kemikte hasara yol açmamış. 1.5 ay sonra maça çıkıp, üç gol attım.
İlk paramı 19 yaşında kazandım
Sonrasında da futbolculuk hayallerini gerçekleştirmeyi başardın.
Özellikle bu vurulma olayından sonra, ailem futbol oynamaktan vazgeçeceğimi umdu. Futbolu bırakmamı istiyorlardı. Neredeyse 20 yaşına yaklaşmıştım ama hâlâ amatör kümede futbol oynuyordum. Annem eczacı kalfası olmamı tavsiye ediyordu. Ben de "Anne bari 1 yıl dershaneye gideyim ve okumayı sürdüreyim" dedim. Dershaneye de yazıldım. Ama içimdeki futbol oynama arzusu ve umudu hiç dinmiyordu. O dönemde Müjdat Yetkiner Hoca aradı. Beni Amatör Millî Takım'dan tanıyordu. "Dikilitaş'ı çalıştırıyorum, seni de takımımda görmek istiyorum" dedi. Bana o zamanın parasıyla 7 milyar lira verdiler. 19 yaşına gelmiş ve futboldan ilk kez para kazanmıştım. Peşinatımla dershane ücretimi ödedim, sonra kalan taksitlerimi de yine kulüp ödedi. Dikilitaş'ta iyi bir sezon geçirdim ve yeniden Amatör Millî Takım'a seçildim.
Röportaj: Mazlum Uluç
TAMSAHA (2011)
NOT: GÜZEL İŞMİŞ... Devamı var ama bana göre asıl vurucu kısımları burasıydı. Sonrası 'hedefimiz üç puan. Dersler çıkaracağız. Önümüzdeki maçlara bakacağız' havası... 

ABD SOKAKLARINDA CIRCIR BÖCEĞİ


Bir gün NewYork' a bir grup is arkadaşı, yemek molasında dışarıya çıkar. 
Gruptan biri, Kızılderilidir.
Yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri, yoldaki iş makinelerinin çıkardığı gürültü ve korna sesleri arasında ilerlerken, Kızılderili, kulağına çırçır böceği sesinin geldiğini söyleyerek çırçır böceği aramaya başlar. 
Arkadaşları, bu kadar gürültünün arasında bu sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam eder. 
Aralarından bir tanesi inanmasa da, onunla aramaya devam eder. 
Kızılderili, yolun karşı tarafına doğru yürür, arkadaşı da onu takip eder. 
Binaların arasındaki bir tutam yeşilliğin arasında gerçekten bir çırçır böceği bulurlar.
Arkadaşı, Kızılderiliye: "Senin insanüstü güçlerin var. Bu sesi nasıl duydun?" diye sorar. 
Kızılderili ise; bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek, arkadaşına kendisini takip etmesini söyler. 
Kaldırıma geçerler ve Kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlar. 
Birçok insan, bozuk para sesini duyunca sesin geldiği tarafa bakarak, onun ceplerinden düşüp düşmediğini kontrol eder. Kızılderili, arkadaşına dönerek:
"Önemli olan, nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğindir. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin." der.
NOT: Yazarkafe'den alınmıştır...

2 Şubat 2014 Pazar

ESPRİ DEĞİL GERÇEK...


İYİLİK VE KÖTÜLÜK



BİR KIZILDERİLİ HİKAYESİ

Kızılderili şefinin iki tane köpeği var; birisi BEYAZ diğeri SİYAH

Birinin ismi İYİLİK, diğerinin KÖTÜLÜK. 

Torun dedeye soruyor: 

- Dede bunlar kavga ederlerse hangisi kazanır?

Dede:

- Hangisini beslersen o kazanır.

1 Şubat 2014 Cumartesi

KOMUTANIN İTİRAFI!


Kocaeli'de bir karakol...
18 kişilik bir jandarma ekibi var. 3'ü kısa dönem asker haliyle çavuş... 1'i dış posta, birisi yazıcı ve diğeri gece çavuşu... Sabah kalkış saati 6...
Gece yatış ise genelde 21.00.
Ancak kimsenin o saatte uyuduğu pek görülmez...
Karakol komutanı dışında ise nöbetçi komutanlar vardır... O anda sorumluluk onlardadır... İşte o anlardan biri... Bir anda herkes telaş içerisinde.
Komutan içtima istiyor... Saat 23.00 civarı...
"Hayırdır. Neler oluyor" derken kısa sürede askerler sıraya diziliyor...
Komutan gergin. Hem de çok gergin... Sinirini bir an önce çıkarmak ister gibi...
Hala kimse ne olduğunu ve neden toplanıldığını bilmiyor..
Ve herkesin merakını gideren açıklamayı komutan yapıyor...
(Bu komutan aynı zamanda yazıcı olan çavuşun hemşehrisi...)
Söz komutanda:
- İki askeri koğuşta kağıt oynarken yakaladım... Bunun cezasını biliyorsunuz... (Disko cezası ve askerliğin uzaması)
Komutan olayı anlattı ve sonrasında içtimanın baş sıralarında yer alan üç kısa döneme düşüncelerini sordu...
- Siz söyleyin ne yapayım ben bunlara. Ne ceza vereyim?
İlk sıradaki nöbetçi çavuş:
- Affedin komutanım...
İkinci sıradaki dış posta:
- Bir defaya mahsus olmak üzere görmemezlikten gelin komutanım.
Üçüncü sıradaki yazıcı:
- Komutanım oyun bitmiş miydi, bitmemiş miydi?
Komutan bu cevap ve aynı zamanda soru karşısında şaşkına döndü...
- Nasıl yani der gibi devam edecekti ki;
Çavuş bu konudaki düşünce açılımını yaptı:
- Komutanım eğer ceza verecekseniz bırakın oyunun tadını çıkarsınlar sonuna kadar oynasınlar... Haaa zaten bitmişse sorun yok...
Ve yazıcı komutanı (etkileyeceğini bilmeden ama çok etkileyen) 1-2 cümle daha sarf etti:
- Komutanım arkadaşlar gençtir hata yapabilir. Siz gençliğinizde hiç hata yapmadınız mı! (Bu arada komutan zaten genç... 27-28 yaşlarında. Yazıcı olan kısa dönem asker ise o sırada 30)
Bir anda ortam bu kesti ve komutan düşünceli düşünceli kısa dönem askere bakıp:
- Ben bu mesleği (uzman çavuş) seçerek hata yaptım İsmail... DAĞILIN...
Ne mi oldu! O kağıt oynarken yakalanan iki arkadaş ceza almadı...



31 Ocak 2014 Cuma

ÖLÜM YOLU!

Maltepe D-100 Karayolu üzerinde seyir halindeki bir otomobilin önü kadın sürücünün kullandığı başka bir otomobil tarafından kesildi. Bu otomobilden inen bir kişi de durdurduğu aracın içindeki kişiyi silahla vurarak yaraladı. Yaralanan kişi hastanede hayatını kaybetti. Olay yerine gelen polis ekipleri yol üzerinde bulunan kovanları muhafaza etmek için nöbet tuttu. Silahlı saldırının trafik tartışması sonucu meydana geldiği belirlendi. Hürriyet'in internet sitesindeki haber böyle, yorumum ise şöyle... HAYAT BU KADAR MI UCUZLADI... SİNİRLENDİM VURAYIM ÖLDÜREYİM... 30 BİLEMEDİNİZ 40 YIL... BİR ANLIK SİNİRE Mİ KURBAN GİDİYOR... AİLESİ, YAKINLARI, SEVENLERİ NE OLACAK... Bence bu kadar ucuz değildir... Perde arkasında başka şeyler vardır... Sadece anlık bir yol kavgası ise VAY HALİMİZE... Ve ben sizin YOLUNUZU... Biz bu insanlarla aynı coğrafya ve atmosfer içinde yaşıyoruz...

'SUSUN LAN!'

Yine bir motor yolculuğu...
Deniz motoru...
İstikamet Kabataş...
Bu kez motor ince ve uzun...
Arkaya doğru ilerleyen çift taraflı koridor...
Yolcular ise serpitilmiş gibi...
Motor sesini bastıran çocuk sesleri...
Üç çocuk motor harekete başladığından bu yana ortamı parka çevirmiş durumda.
Bir o tarafa bir bu tarafa koşturuyorlar...
Yaşları 6'yı düşmez, 10'u geçmez...
Ailelerinin nerede olduğu ise o ana kadar bilinmiyor...
Bağrış çağrış içerisinde koşturuyorlar...
Kimileri kendi halinde bunları duymuyor, kimileri ise onları izliyor...
Ancak sesleri zaman zaman öyle şiddetleniyor ki rahatsız edici boyuta ulaşıyor...
İşte tam o anlardan birinde;
- SUSUN LAN...
Motorda ölüm sessizliği...
Çocuklar olduğu yere oturuyor...
Sonra yavaş yavaş yılanın süzülmesi gibi arkaya doğru kaçıyor...
Ailelerinin de arkada olduğu anlaşılıyor...
SUSUN LAN çığlığını atan ise yaşlı bir amca...
2-3 koltuk önümde oturuyor...
Aradan 1 dakika geçmeden motorun tam karşı koltuğundan bir ses daha:
- ÇOCUKLARA NE BAĞIRIYORSUN!
Ortam gergin...
Bir anda herkes yolculuğa sessiz başlayıp çığırtkan olan bu iki insana dönmüş durumda.
Aslında SUSUN LAN diyen yaşlı amcanın tam olarak nerede oturduğunu ve kim olduğunu kestiren sayısı fazla değil... Çünkü amca bağırdıktan sonra hiç istifini bozmadan kendi haline döndü manzarayı izlemeye devam etti..
Ve o amca kendisine yönelik bağırmaya da karşılık vermedi.
Amca amacının sadece çocukların susması olduğunu ve sessiz bir yolculuk olduğunu gösterdi...
Kimse de devamını getirmedi...
Kimisi çocukların susmasına sevindi, kimisi ise yaşlı amcanın çocuklara öyle bağırmasına anlam veremedi, tepkili genci destekledi... Ama herkes içinden...

30 Ocak 2014 Perşembe

"KRAL" PROTESTO


İspanya Kral Kupası çeyrek finalinde Racing Santarder'li oyuncular paralarını alamadıkları gerekçesiyle dünkü R.Sociedad maçında inanılmaz ve örnek bir protestoya imza atmışlar... Başlama düdüğü sonrası orta sahada omuz omuza veren futbolcular hareket etmemiş... R.Sociedad da top çevirdikten sonra topu taca atmış. Hakem de maçı tatil etmiş..
Santarder'in başkanı Angel Lavin, futbolcuların alacağı konusunda "Sadece 3 aydır maaşlarını alamıyorlar. Bunun için protesto mu olur" demiş... Vay be...
Organizasyon KRAL KUPASI...
Kral bir protesto olmuş...
Düşünsenize bizde de Türkiye Kupası'nın adı ZİRAAT TÜRKİYE KUPASI...
Ülkemizde "Ziraat" var mı! Yorum sizin...