28 Eylül 2010 Salı

ÇÖPÇÜNÜN HAYATI

Türk filminin klasikleri arasına girmiş hemen hemen herkesin izlediği bir ÇÖPÇÜLER KRALI filmi vardır. Kemal Sunal'ın saflığı (aşırı onun adına başka bir şey deniyor ama seviyeyi düşürmeyeyim) temizliği hepimizi güldürmüştür. Belki zeka seviyesinin geride olması kıyaslanmış, belki özlediğimiz doğallığı fazlasıyla yaşamış olması sevilmiştir. Aslında hepimiz hayata belli bir yerde öyle başlıyoruz sonrasında ise değişime (değişim güzel ama bu cümlede güzel mi bilmiyorum) uğruyoruz. Size anlatacağım hikaye de bir çöpçünün hayatıdır.
Bu insan çevre tarafından direkt söylenmese ama meclisten dışarı olduğunda iki kişi arasında "DELİ" olarak nitelendirilen bir vatandaştır. Rutin bir hayatı vardır. Sorumluluk sahibidir. İşine saygısı vardır. Ve her öğle molasında ekmeğini alır evine gider. Mutlaka iş molasında elinde ekmekle eve giderken görülür. Evlidir arkadaş. Çocukları vardır. Sadece evli değil aynı zamanda topadığı bazı çöpleri satarak parasını kazanmaktadır. Aldığı ücret günümüz şartlarında fazlasıyla tartışılabilir ama yine o belki de atasözümüzün bilincinde olmayarak DAMLATA DAMLATA ev almıştır kendisine. "Sosyal hayatı" sorsanız belki tam bunun anlamını bilmiyordur... Ancak onun da bir hayatı vardır.
Bu arkadaş böyle bir hayat yaşarken çok karmaşık bir ilişki içerisinde olan toplum tarafında değer gören ve belli bir saygınlığı olan arkadaş onun yaşamını iç dünyasını merak eder. O da evlidir çünkü. O sırada sosyalleşme ortamında sıkıntılı bir duruma düşmüştür ve "özel hayatı karmaşık" hale gelmiştir. İçinden çıkamadığı bu durumda o ÇÖPÇÜ onun için çok farklı bir anlam ifade eder olmuştur. Her gün görmektedir onu... Klasik haliyle öğle molasında elinde ekmek evine yemeğe giderken... Ve onun bu hayatına imrenir hale gelir. KEŞKEleri başlar.
- Ben de onun gibi olsam da bu içinden çıkılmaz duruma düşmesem" diye düşünür.
Ruh halinin özeti günümüz toplumunda geçerli olan ÇEVREYİ GENİŞ tutma eğilimidir. Ancak bu çevre onu içine almış HALKAYI GENİŞLETMİŞTİR. Belki de o acımasız duygu dolu girdaba çekmiştir.
Bir gün içinden çıkılmaz kara sevdalı bir durumda düşünürken yoldan bu geçmektedir. Ve onu yanına çağırır sorar...
- Mutlu musun?
- EVET
- Nasıl bunu başarıyorsun? diye sorar ve açılım yapmasını ister... Açalım da zorlaştırdığımız, bileşik hale getirdiğimiz ve daha ileri gidersek "karmaşıklaştırdığımız" hayatın özetini çok güzel anlatır.
- Benim bir karım var ve çocuklarım var. İşim var. Evim var. Evden işe işten eve gidiyorum. Yemekte ailemle beraber oluyorum.
Evet çok basit cümleler gibi görünüyor belki ama çok şey anlatıyor aslında. Duygulu ve duygusuz balayına giden de var, alayına giden de (Ben alaya da tabura da gittim askerken :))) Ama sonuçta birisinin beklenti ve istekleri değişmemiş mutluluğu dışarıda aramamış kendi dünyasını yaratmış. Yaratmış yanlış olabilir. Öyle gösterilmiş veya o şartlara mahkum (olumlu anlamda) edilmiş diyelim. Diğeri veya bizler ise küçükken çamaşır leğenindeki dalgayı okyanuslara yaymışız sonrasında boğulmamışız ama çırpınır olmuşuz. Belki de boğulmuşuz onunla bununla suni teneffüsle hayata sarılmaya çalışıyoruz. Buna dünyevi zevkler de deniyor galiba :))
Neyse fazla bunalım takılmadan kısa süreliğine çöplü olmayı tercih edeyim şu anda kül tablamda dolan sigaraları (efkarı) çöpe dökeyim. Yarın akşam da o çöpü yazının kahramanlarından birisi götürsün.
TEBRİKLER, ALLAH RAZI OLSUN EMEĞİNE SAĞLIK ÇÖPÇÜ...
HERKESE MUTLULUKLAR






20 Ağustos 2010 Cuma

İŞ İLANI

3,5 yıldır yayınlanmakta olan sektörel bir bilişim dergisine muhabir ve editör aranıyor.

ARANAN ÖZELLİKLER
Daha önce dergi deneyimine sahip olması
Şişli bölgesine kolay ulaşılabilir bir noktada ikamet ediyor olması
Erkek adaylarda askerliğini tamamlamış olması
Analitik düşünme becerisine sahip olması
Vizyoner yaklaşıma sahip olması
Seyahat engelinin olmaması

Editör için yukarıdakilere ek olarak; iyi derecede İngilizce bilmesi
28 yaş ve üstü olması gerekmektedir.
3 Eylül tarihine kadar ulaşan CV'ler dikkate alınacaktır.
CV'lerinizi info@nicemedya.com adresine gönderebilirsiniz.

10 Ağustos 2010 Salı

GARSON KIZ

Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşla (gizemli bayan :) şu an için) bir mekana gittik. Manzara süper. İstanbul değil ama Kız Kulesi gözümüzün ucunda... Ramazan geldi, yediğimiz içtiğimiz önemli değil ancak gördüğüm bir olay bir hayli önemli (benim için tabii)... Muhabbet koyu, tanışma faslı, fazla iç dünyaların değil görünen köyün kılavuzla yüzeysel olarak anlatım ve tanıtım tarzı... O sırada GARSON KIZ (erkek garsonları da gözledim arada :))) tebessümle işini yapmakta... Ancak o yoğunlukta veya aldığı asgari ücret kıvamında (büyük oranda sigortası yoktur) gülümsemesi sırıtmamakta... Belki de zaman zaman istenilen siparişlerin getirildiğinde "bunun şunu eksik bunu eksik" denilerek aşağılanmakta veya sabrı taşırılmaya çalışılmakta. Fakat o durumu kabullenmiş bir havada veya sinirlerini aldırmış durumda... Bu kadar kısa sürede görünen ise benim adıma doğallığı...
Ve benden direkt soru: ÖĞRENCİ MİSİN?
Yanıt: EVET
Sonrasında biz yine arkadaşla hayata ve özelimize dalıyoruz... Sonra tekrar bir şey istediğimizde GARSON KIZ (değerli insan) getiriyor.
SORU: HANGİ BÖLÜM?
CEVAP: ULUSLARARASI İLİŞKİLER DİYE BAŞLAYIP DEVAM EDERKEN ancak ben RADYO TELEVİZYON istiyorum.
BİZ arkadaşla karşılıklı tebessüm ediyoruz. Çünkü onun girmek istediği işin bir şekilde içindeyiz. Ben direkt değilim :)
Kaçıncı sınıf olduğu hiç önemli değil. Orada hayatından bezmiş umutsuzluğa düşmüş bir genç (Aklıma Young Boys geliyor) profili çizmiyor... Aksine tebessümüne devam ediyor ve bu konudaki inancını, kararlılığını ortaya koyuyor. Hem de "iş yok ki çalışalım" diyen yaşıtlarına hem ders hem de tez konusu veriyor. Ve belki de yıllar sonra oraya istediği hedeflere ulaşmış bir müşteri olarak gittiğinde kendisi gibi hem okuyup hem de çalışan bir kıza rastlama ihtimali yüksek olarak... Ama o dönemde şunu da görecek... Kendisinin yapılmayan sigortası o kızın yapılmış olacak... Çünkü sömürü düzeni ve patronların "emek sömürüp daha fazla kazanayım" düşüncesi yasalarla cezalandırılacak... Bir umut tabii bu...

BULAŞIKÇILIK

ÖNEMLİ BİR HİKAYE (YAŞANMIŞ VE YAŞANACAK): Benim için çok değerli dostum, kankim, konuya göre kankim veya ruhumun derinliğini bilen bir insan var. Sıfatları az oldu ama anlatılmaz yaşanır o... Bu kişinin ideali "bulaşıkçılık" yapmaktır. Şu an yaptığı veya şu ana kadar yaptığı işleri söylesem bu isteğinden dolayı "haber" olur... Ama reyting uğruna, değer ve düşünce uğruna değil. Onun için burayı geçelim hikayesine gelelim... Bu değerli insan "bulaşıkçılık" yapmak için adeta her yolu deniyor ve hala denemeye devam ettiğini de biliyorum. Hatta görüşmelerde referans olarak birilerini bile devreye sokuyor ancak ne gariptir ki şu ana kadar hiçbir yerden kabul görmedi.
Parada pulda gözü yok. Sigorta da istemiyor. Onun derdi kişisel düşüncem "sınıfsal ayrım yapıp hor gördüğümüz" klişeleşmiş kalıpları (birilerinin mutluluk adına yaptığı tabakları değil) kırmak, temizlemek ve işin büyüklüğü küçüklüğü olmadığını ispatlamak. Belki de daha derindir bilemiyorum. Yaptığında o küçük görünen ama büyük bir mesaj veren dünyayı ondan dinleyeceğim...

7 Haziran 2010 Pazartesi

KAFES VE NEFES

Yaş 35 yolun neresi?
Galiba 4'te 3'ü...
Cahit Sıtkı gibi şiir yazmayayım kalan dilimi de yaşayayım :)
Negatif anlamda değil pozitif anlamda tabii ki... Uzun süre oldu elim iç dünya anlamında klavyeye gitmeyeli... Nedeni dışsal etkenlerdi haliyle... Kendi iç çatışmalarımız dışa yansımalarımız kırılan aynalar, puslu ve kirli camlar, tebessümle karşılanan haller... Uzun sürecin özetiydi bunlar... Kendince yapabildiklerini yapıp da veya yaptığını düşünüp yapamadıysan elden ne gelir... Her şey vicdan muhasebendedir... Hatalar olmuyor mu elbet oluyor... Ben, sen, o, biz, siz, onlar... Yaralı yürekler çok iyi anlar... Çocukluktan bugüne kadar geldiğin zamanında her şeyin olmuş ama sonrasında adını bile unuttuğun ruhlar...
İnsan 30'unu geçince alışkanlıkları artıyor, "özgürlük" kriterlerin arasında zirve yapıyor, gençlikte değip değmediğini bilmeden yaptığın fedakarlıklar bir elin parmaklarına iniyor... Kimini çok iyi kavrıyor ve anlıyorsun kimini ise zaman çöplüğüne atıyorsun. Hem de geri dönüşüm kutusundan geri kullanıma koymayana dek... Med-cezirin azalıyor ama içindeki çocuksu yürek zamanla inzivaya çekiliyor. Onu dışarı çıkarabilmek ise biraz zor oluyor. Arada bir suyunu ekmeğini verip besliyorsun ama anlamsızca koşma, bağırıp çağırma yere düşüp ağlama olayını unutturuyorsun...

************

Özgürlük kaplıyor dış duvarlarını. İçin kaçmak istese de dışarı çıkıp gezi parkı teneffüsü yapmak istese de engel bu duvarlar. Ayaklar taksimetreye bakar... 5. kata çıkarken ki nefes nefese kalman "kendini" paralar. Sigara dumanları bayram yapar... Bir insanın sürecini azalttığı için başarı hanesine "PEKİYİ" karalar... Peki ya "gönül" ne yazar! Arada bir çok nadir rastladığı aydınlık gibi görünen ama "zindan içindeki" ışıkları yakalar. Bakar, bakar, bakar... Kısa süreli de olsa ruhunu çalar... Ama sonrasında o ruhu ve özü anladığını sanar ama maalesef o ruh kaçar... Yeni çiçeklerden bal almak için milyonlar içinde yalnızlığa takar... Eleştirel değil reel yaşar. Olanı olduğu gibi kabul eder. Bazı şeyler "olan olmadığı" halde olmuş kabul eder... Özgürlük vardır özünde, gözünde, yüreğinde. Ancak öyle değildir bir tarafı... Bakıp anlayanlar çok azaldı...
Özetle yaşamın tadı kendince arttı. Hafta içi işe adandı, hafta sonları müzikle ve değerli insanlarla nakaratlandı.
Peki ya ülkemizde dünyada ne oldu? Binalar arasına sıkıştırılan ve bazıları kısayola dönüştürülen metal dünyasında ruhani güzellikler tıkandı. Teknolojik gelişmeyle arttığına ve rahatlattığına inanılan yaşamda her şey sunnileşti... Kafes genişledi, derin bir nefes engellendi... Maydonozun tadı bile değişti...
Acıktım hadi suni yemeğe... Afiyet olsun :))))

20 Mayıs 2010 Perşembe

HEY HEY TAKSİ

Nereden başlasam nasıl anlatsam... Bir sabah uyandığında, yola çıkıp el kaldırdığında duran taksinin rengi hep sarıdır. Aracı kullanan da derinden yaralıdır. Kimisi konuşmak sohbet etmek için can atar kimisi ise taksimetresini kapattığı dünyasını para verseniz bile kelimelerle açmaz. İşte böyle bir anıda, 10 dakikalık mesafede yaşanan bir dilayoğ...
Önümüzdeki araç şehrin yabancısı gibi yavaş yavaş seyir halinde, bizim şoför ise sabır çekmekte... Ve aracı solladıktan sonra da psikolojik rahatlığı şu cümlelerle duymakta:

- Abi (benden çok çok büyük esnaf edebiyatı) afedersin ama bu küfrü kim icat ettiyse onun annesinin babasının elini ayağını öpeyim...
Ben hafif bir tebessüm gösterirken arkasından solladığı aracın şoförüne yönelik patlama...
- Senin ananı avradını...
Amcam bir hayli rahatlıyor, garibanların en ucuz küfür ilacını alıyor...
Sonrasında ise ilginç hikayesinden pasajlar sunuyor...
- Abi iş güç yok. Eve gidecektim ama sen geldin. Bir gün bir yolcu aldım abi. Deniz otobüsüne yetiştirdim adam indi. Bir baktım çantasını araçta unutmuş.. Çantanın içine baktım 35 milyar para abi... Eve gittim hanımla konuşuyoruz. Ben bunalmışım bıkmışım bu İstanbul'dan
"Hanım Erzincan'a kaçalım 50-100 tane koyun alalım keyfimize bakalım" dedim.
Hanım ise "Ben haram para yemem götür geri ver" diye çıkıştı.
Ben de çantayı unutan kişiyi aldığım yere gittim ve durumu anlattım. Adam şirket sahibiymiş. Görevli direkt bana "Ne kadar yazdı?" diye taksimetre ücretini sordu.
Ben de öfkeyle "15" dedim.
Adam getirdi sadece 15 verdi. Bir tarafta 15 diğer tarafta 35. Hani büyük bir şey de beklemiyorum ama insanlığın değeri de kalmamış.
Hanıma telefon açtım "Senin ananı. Adam bir rakı parası bile vermedi" diye ona saydım.
Evet İstanbul'da iyiliğin karşılığı yok, kötülüğün ise cezası ve ödülü çok.