29 Haziran 2008 Pazar

BİZ NAPIYORUZ?


Biz ne yapıyoruz? Bu kez negatif başlayıp pozitif bitirmeyi düşündüğüm bir düşüncemi paylaşmak istiyorum... Öyle ya da böyle bir şekilde insanlarla iletişime giriyoruz. Bazılarıyla paylaşımı ömürlük, bazılarıyla günü birlik bazılarıyla da senelik sonuçlara ulaşıyoruz. Burada dikkate alınması gerekenler senelik ve ömürlük olanları. Yeri geliyor mutluluğun zirvesine çıkıyoruz "İyi ki varsın" diyoruz yeri geliyor "yerin dibine" sokuyoruz. Bu sadece benim için hemen hemen herkes için geçerli. Seviyoruz, değer veriyoruz ve paylaşımı belki monotonlaştırıyoruz ama mantığımızı kaybettiğimiz anda gemileri yakabiliyoruz. Gemiler yakılır yakılmaz değil ama her gemi yakılmamalı bence... Hele de ömürlük seçimler için asla ve asla... Ömürlük seçilen iletişimleri, günü ve seneyi kurtaran ilişkilere tercih etmemek gerekir. Haa edilmiyor mu? Ediliyor tabii ki.. Sonuç ne peki? "BEN NE YAPTIM?" Evet sen ne yaptın, ben ne yaptım, o ne yaptı... Anlık öfke ve mutluluk duygularıyla ve tercih sebepleriyle bir ömür boyu yanımızda olmayı göze alan insanlar için değiyor mu? Asla. Peki ne yapılmalı... Günü birlik ve senelikler tercih sebebi olmadan ömürlükler kurtarılmalı. Çünkü en kötü anında en olumsuz durumunda yanımızda olan veya olması gereken insanlar onlar...

İnsanlar keşke diyebilir, demeli de... Ama ömürlük iletişimler için keşke sayısı çok ama çok az olmalı... Bu insanların elinde mi? Evet kesinlikle elinde. Anlık mutluluklar adına kenara itilen o ömürlük insanın sabrı ve toleransı o kadar fazladır ki onun için ömürlük bir tercihtir. Ama bunu görmek için kör olmak gerekir. Bu benim senin ve onun için de geçerlidir...

İnsanlar özeleştiri yapmalı, sorgulamalı ve kendisini de teraziye koymalı. Karşıdaki günü birlik, senelik ve ömürlük insanlarla farklı kefelere kendini koyup bir tartmalı. Günü birlik ve senelik insanlar için demiyorum orada teraziye gerek bile yok önemli olan ömürlük tercihlerde senin karşıdakine göre ne kadar ağır geldiğindir. Peki bu teraziden çıkan sonuç bir yarış mıdır? Evet mutluluk adına yarış olmalıdır. "Ben karşımdaki insanı şu kadar mutlu" ediyorum olmalıdır. Saçma sapan istek ve o an için doğru görülen düşünceler uğruna karşıdakinin ağırlığı altında ezilmemek gerekir. Geçmiş geçmiştir ama önemli olan bugün ve yarınlardır. Geçmişi yakmış olabiliriz ama önemli olan kurtarılması gereken hayatımız devam ettiği için yarınlardır. Bir apartman düşünün. Dört katlı. 4. kat rahattır çünkü tepededir. Yazın biraz sıcak olsa da esiyordur yayladır... 2 ve 3. kat da durumu kurtarır... Ancak 4. kattaki su sızıntısı diğer tüm katları etkileyebilir. Onun hiçbirşeyden haberi olmasa bile temele zarar verir ve belli bir süre sonra önlem alınmazsa bu bina çökebilir. Acaba siz hangi kattasınız? Eğer 4. katsa en fazla düşünmesi gereken, bencil olmaması gereken sizlersiniz. Ama birinci, ikinci ve üçüncü kattaysanız da kendinizi kollamanız 4. kat ile iletişim halinde olmanız gerekir. Çünkü her şey tepeden başlar...
NOT: Bu kesinlikle birilerine gönderme değil dün akşam bir anlık esinlenme sonucu hayata geçirilen düşüncelerin ifadesidir... Bir anlamda kendi özeleştirimdir... Teraziye kendimi de çevremdeki iletişim ve paylaşım halinde olduğum insanları da koydum. Herkes gerekli ağırlığı, kalıbı ölçüsünde ağır geldi... Birileri rejime başlayabilir :))) Bu işin esprisi tabii... Hoşçakalın dostlar, arkadaşlar...

DÜZİÇİ'NE GİDİYORUM



Herkesin bir köyü (il, ilçe, köy) vardır. Köyü olmayanların da metropolden sıkılmış, betonların içinde kaybolmuş toprak kokusu almamışların da iç dünyalarında olmayan köye, doğaya özlem vardır. 20'li yaşlara kadar doğduğum, beni ben yapan değerlerin ve çevrenin içine Düziçi'ne gidiyorum her yıl olduğu gibi. Öncelik tabii ki aile... Babam, anam, ağabeylerin, ablalarım, yeğenlerim, eniştelerim, bazı değerli akrabalarım ve dostlarımın yanına... Koca bir çınarın bedenleri ve yaprakları yani... Adana sıcağında onların gölgeleri, varlığı serinletecek beni... Konuşmalarda, davranışlarda kendi kültürüme ne kadar yabancılaştığımı hatırlayacağım... Bir takım şeylerin uzağında kaldığını hissedeceğim her zamanki gibi... Sorgulayacağım, kendimi, hayatı, zamanı ortamı... Ama bu olumsuz bir sorgulama olmayacak, hayatın getirileri ve şartları olarak cevap bulacak... Anacığım sormak isteyecek ama soramayacak sorduracak birilerine "EVLENMİYOR MU?" diye... Ancak ben sorular gelmeden açacağım, üstüne gideceğim onlar için sorun görülen ama benim için sorun olmayan biraz kadere biraz beklentilere teslim edilmiş hayat arkadaşımı. Bilmediğim tanımadığım veya bildiğim tanıdığım ama adını koyamadığım arkadaşı... Tabii bu yaklaşık 15 günlük tatil sürecinde özel ve ailevi durumlar da oluşacak. Oluşmalı ve çözüm bulmalı bazı şeyler... Yiğenlerime sarılıcam, yaklaşık bir yıldır uzak kaldığım yiğenlerimin ne kadar değiştiğini, hala gözümde küçük olmalarına rağmen esprileri ve kullandığı sözlerle büyüdüklerini şaşkınlıkla izleyeceğim. Hasretle sarılacağım. Daha öncesinden yaptığım onların iyiliğini ama o andaki mutluluklarını düşünemerek engellediğim isteklerini yerine getireceğim. Zamanında bize yapılan doğru engellemeleri yaşayarak görmelerine tanıklık edeceğim... Sonuç olarak beni ben yapan, özümü oluşturan değerlerin içinde olacağım... Benim bu değerlerimi zamanla törpüleyen yeri geldiğinde insanlığı bile sorgulatan metropole bir süreliğine veda edeceğim. Her ne kadar özleyecek olsam bile... Hoşçakalın dostlar, kendinize, yüreğinize ve değerlerinize iyi bakın...

24 Haziran 2008 Salı

ASK GÖSTERGELERİ


Sözel göstergeler:
- Aşık olan birey karşıdakine insanüstü varlık isimleri ile hitap eder
- Aşık olan birey karşıdakine tatlı isimler ile hitap eder
- Aralarında özel bir kod geliştirirler
- Birbirlerini daha çok desteklerler
- Birbirlerini ödüllendirirler
Sözel olmayan göstergeler:
- Göz kontağı kurma
- Karşıdakine yaslanma
- Farklı frekansla konuşma
- Hediye alıp-verme
- Dokunma
Aşk, karşılıklı saygının olduğu, bireylerin olumlu benlik algısına sahip oldukları ortamda ortaya çıkar. Bireyler önemli problemlerden uzak olmalı ve birbirlerini çekici bulmak zorundadırlar.


NOT: Ruhgün Altuner'in notlarından-2... Teşekkürler dostum bilimsel verilerin için... Bu arada aşk sosyal bir olgudur bireyin yaşadığı ise olaydır... Eğer siz herşeyi sadece ve sadece kendinize göre değerlendirirseniz isminizin de 'bilim' olması gerekirdi :)))

İNSANLARI ETKİLEME YOLLARI


Diyergamlık (özgecilik): Karşıdaki insana karşılık beklemeden yapılan iyilikler insanları etkiler.
Konuşma kurallarına uyma.
Kontrol varsayımı: İnsanlar kendilerini denetleyenlerden hoşlanırlar.
Hoşlanmayı kolaylaştırmak
Denetim kabul etme: Herhangi bir insanın denetimini kabul etmek ona karşı olan iyi hisleri arttır.
Karşıdakinin açılmasını sağlamak
Eşitlik varsayımı: Bir denetleme olsa dahi, arada bir eşitlik olduğu hissinin gösterilmesi sevgiyi arttırır.
Rahat benlik ortaya koyan insanlar çekici olarak algılanırlar.
İçerme: Grupta herkesle konuşmak
Dinamizm (hareketlilik)
Hoşlanmayı kolaylaştırmak
Yakınlık algısını arttırmak
Dinleme gerekir.
İyimser olmak gerekir.
Fiziksel çekicilik
İlginç bir benlik ortaya koyma
Bağlantı ödüllendirme
Benlik kavramını doğrulama
Katılım
Duyarlılık
Benzerlik
Destekleyicilik
Güvenirlilik

NOT: Ruhgün Altuner'in notlarından. Teşekkürler dostum... Bu arada iletişim halinde olduğum arkadaşlar veya olacaklarım bu kitaptan çalıştığımı düşünebilir. Ben dersleri kaçırmıştım :)) Doğaçlama her şey bazılarının bilgisine :)))

23 Haziran 2008 Pazartesi

SINAV

İnsan dünyaya geldiğinden bu yana görünen ve görünmeyen, farkında olunan veya olunmayan sınavlardan geçiyor... Doğuyoruz, farklı çevre, kültür, acı ve tatlı olaylarla şekilleniyoruz, büyüyoruz ve sonuçta ölüyoruz... Peki nerelerde nasıl sınavlara giriyoruz?.. Görüntüde eğitim alanında birebir artı, eksi bazında yaşadığımız sınav aslında hayatımızın ta kendisi...
Hiçbir şeyin amaçsız olmadığını düşünürsek dünyaya getiriliş nedenimizin kökekinde de bir sınav yatıyor. Kimimiz dersine iyi çalışıyor, kimimiz ise bütünlemeye kalmayı göze alıp (nasıl olsa orada geçerim) düşüncesiyle günü kurtarıyor, kimisi ise sınav sistemine isyan edip gününü gün ediyor... Sınav sonuç ilişkisine baktığımızda ödül veya ceza beraberinde geliyor... Bir çok insana göre en önemli sınav meslek seçimi olarak görülüyor. Çünkü belirlediğimiz iş veya kadercilikle gelen meslek bizim bundan sonraki hayatımızı şekillendiriyor... Çevre ona göre oluşuyor, hayat standardı ona göre yükseliyor veya düşüyor, değer yargılarımız, acılarımız ve mutluluklarımız artıyor veya azalıyor... Bir ilişkide bile deneme süreçleri oluyor... Bir anlamda deneme sınavı... "Acaba olur mu, acaba doğru insan mı?" tarzı... Sonuçta kendi tercihlerimizle sınavı kazanıyor görünsek bile daha sonra kaybedebiliyoruz. Tıpkı hedef seçilen bir zirveye çıkmanın zorluğunun inişte mutluluğa dönüşmesi gibi. Sonuç olarak sınav vardır... Getirisi ödül ve cezadır... Her cezanın ardında bir ödül, her ödülün ardında da bir ceza yatar... Önemli olan ceza ve ödüldeki acı ve mutlulukları abartmayıp denge kurabilmektir...

20 Haziran 2008 Cuma

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?

-Fareler Kusamaz.
-Zürafalar yüzemez.
-Yılanlar duyamaz.
-Karıncalar uyuyamaz.
-Kirpiler suda batmaz.
-Kutup ayıları solaktır.
-Sineklerin 5 tane gözü vardır.
-Zürafanın ses telleri yoktur.
-Yunuslar bir gözlü açık uyurlar.
-Develerin 3 tane kaşı vardır.
-Bir sineğin hızı saatte 8 km.dir.
-Zürafanın dili 35 cm. kadardır.
-Istakozların kanı mavi renktedir.
-Kelebekler ayaklarıyla tat alırlar.
-Fil zıplayamayan tek memelidir.
-Sığırların 4 tane midesi vardır.
-Kangurular geri-geri yürüyemezler.
-Kediler şeker tadını ayırt edemezler.
-Atlar 1 ay kadar ayakta kalabilirler.
-Fare, bir deveden bile daha uzun süre susuz kalabilir.
-Timsahlar dilini dışarı çıkaramazlar.
-Zebralar beyaz üzerine siyah çizgilidir.
-Baykuş mavi rengi görebilen tek kuştur.
-2600 kadar kurbağa cinsi var.
-Yetişkin bir ayı at kadar hızlı koşabilir.
-Sadece domuzlar güneşten yanabilir.
-Deniz kobrası dünyanın en zehirli yılanıdır.
-Bir karıncanın koku alma yeteneği en AZ bir köpeğinki kadar gelişmiştir.
-Hayvanların en büyüğü mavi balinadır. (uzunluğu 33 m., ağırlığı 190 t.)
-Sadece dişi sivrisinekler ısırır.
-Bir devekuşunun gözü beyninden büyüktür.
-Deve deniz suyu içebileceği gibi bir defada 250 litre su içebilir.
-Bir insanın su ve yemek olmadan yaşayabildiği en uzun süre 18 gündür.
-Karınca kendi ağırlığının 50 katını taşıyabilir.
-Çekirgenin kulağı dizindedir.
-Yeryüzünün en sıcak yeri Afrika'da El-Ezize bölgesidir. (Gölgede 58 derece)
-Yeryüzünün en soğuk yeri Antarktika'DA Vostok (Rusya)bölgesidir. (- 88.3 derece)
-Uzaya ilk defa 12.04.1961 tarihinde Yuri Gagarin uçtu.
-İlk defa aya 21.07.1969 tarihinde Neil Armstrong ayak bastı.
-Eski Roma'da şişeden hazırlanmış kaplar altın ve gümüşten daha değerli sayılırlardı.
-Dünyada en eski üniversitesi 989 yılındaki Mısır'ın El-Ezher üniversitesidir.
-Dünyanın en genç üniversite öğrencisi 11,5 yaşındaki Ganesh Sittampalam'dır.
-İlk yeraltı tünel 1 km. uzunluğunda olmuş ve bundan 4 bin yıl önce Irak'ta Fırat nehrinin altından geçmiştir.
-Paraguay dünyanın en yağışlı bölgesidir. Bölgede yağmur neredeyse ara vermez.
-Dünyada 2000 e yakın halk ve 3000 e yakın dil var.
-Tarih boyu yapılmış savaşların en uzunu İngiltere ile Fransa arasında olmuştur. Bu savaş 115 sene (1338-1453) sürmüştür.
-İnsanın saçında 102 bine yakın, derisinde ise 20 bine yakın kıl olur. Kıllar her gün 0.35-0.40
mm. uzar.
-İngiltereli Thomas Korne 207 sene yaşamıştır.
-Dünyanın en uzun ömürlü insanı Çin'de 253 sene yaşamıştır. (1680-1933)
-Güneş dünyadan 330,330 kat daha büyüktür.
-Bir köstebek sadece bir gecede 90m. tünel kazabilir.
- Bir hamam böceği kafası koptuktan sonra açlıktan ölmeden 9 gün yasayabilir.
-Eski Mısırlılar taştan yapılmış yastıklarda uyurlardı.
-Bir hipopotam ağzını açarsa 120 cm boyunda bir insan onun içine rahatça sığabilir.
-Boğalar renk körüdür, bundan dolayı matadorun elindeki beze saldırırlar; rengi NE olursa olsun. -Ortalama bir buzdağı 20 milyon ton gelir.
-Zehirli oklu kurbağada 2,200 insanı öldürebilecek kadar zehir bulunur.
-İnsan vücudundaki en güçlü kas dildir.
-Hapşırdığımız zaman kalbimizde dahil olmak üzere bütün vücut fonksiyonlarımız bir an için durur.
-Gözleri açık tutarak hapşırmak imkansızdır.
-Kadınlar erkeklere oranla iki kat daha fazla göz kırparlar.
-Penguen yüzebilen AMA uçamayan tek kuştur.
-Sadece insanlar ve yunuslar zevk için cinsel ilişkide bulunurlar.
-İnsan elinde, en yavaş uzayan tırnak baş parmakta, en hızlı uzayan tırnak ise orta parmaktadır.
-İnsanlar beyinlerinin % 10'nu kullanırlar.
-Bir insan yedi dakika içerisinde uykuya dalar.
-Sıcak su soğuk sudan daha ağırdır.
- Sarışınların esmerlere göre daha fazla sacı vardır.
-Soğan doğrarken sakız çiğnemek göz yaşarmasını önler.


(Kaynak neresi bilmiyorum ama Nermin Abla gönderdi... Teşekkür ederim...)

18 Haziran 2008 Çarşamba

MELEKLER OCAKBAŞI




Bu bir reklamdır... Adana şivesi bir hayli ilgi gördü teşekkür ederim. Adana şivesi olur da kebabı olmaz mı... İşte İstanbul'daki özellikle Adanalı arkadaşlar için böyle bir mekan var. Melek gibi (Nuh ve Mehmet kardeşler) insanların çalıştırdığı Melekler Ocakbaşı (Dürüm evi)... Çok sıcak bir ortam... Adana havasını bir anlamda yaşıyorsunuz. Mevlana ruhlu dostum canım ciğerim Nuh insanları sevgiyle karşılıyor... "Cancağızım"la uğurluyor... Özellikle üniversiteli öğrencilerin uğrak yeri. Fiyatları çok ekonomik ve özellikle kanatları kekikli... Çöp şiş, tavuk, kanat, ciğer... Şalgam Adana'dan gelmiyor ama kebapla iyi gidiyor... Ayrıca kendi elleriyle yaptığı çeşit çeşit turşular da bulunuyor.
Yer Taksim... İstiklal Caddesi'nden aşağı iniyorsunuz ilk soldan dönüş ve sonra sağ, karşısınızda Melekler... Yemek yemeseniz bile en azından yağlı ekmeği ile sıcak bir çorba içebilirsiniz... Afiyet olsun... Adres: Küçük Parmak Kapı İpek Sok No: 1, Tlf: 243 05 85

14 Haziran 2008 Cumartesi

BABAM


Beni dünyaya sen getirdin
Beni ben yapan en büyük değerdin
Yerine göre dövdün yerine göre sevdin
Sen benim biricik babamsın
***
Çocukluğumda elimi hiç bırakmadın
Esprilerin ve oyunlarınla kankamdın
Büyüdükçe bilmiyorum neden uzaklaştın
Sen benim biricik babamsın
***
Yeri geldi senin yükünü arttırdım
Yeri geldi gururlandırdım
Yeri geldi kızdırdım ama utandırmadım
Sen benim biricik babamsın
***
Doğruluğu dürüstlüğü öğrettin
Saf ve temiz kalbini, yüreğini gösterdin
Tüm imkanlarını bizim için seferber ettin
Sen benim biricik babamsın
***
Yüzünün gülmediği günleri gördüm
O zamanlar sürekli sorguladım
Ama seni geç de olsa anladım
Sen benim biricik babamsın

***

Bizler için geceleri gündüz ettin
'Ben' değil 'çocuklarım' dedin
Ve yapacağının en iyisini yaptın
Sen benim biricik babamsın
***
Hala bizleri düşünür endişelenirsin
Gözünde çocuğuzdur, büyütmezsin
Sen herşeye göğüs gerersin
Sen benim biricik babamsın

NOT: Resim Babam ve Oğlum filminden... İzlemeyenlerin mutlaka izlemesini hatta mümkünse babalarıyla birlikte izlemesini tavsiye ederim...

9 Haziran 2008 Pazartesi

AĞVA TURU



Gezelim, görelim, yazalım kısmına kısa da olsa bir ekleme yapayım. Pazar günü monoton giden hayata bir renk katmak adına dostum Ahmet'le günübirlik bir tura katılmaya karar verdik. Ve mekan olarak doğayla bütünleşmek için Ağva'yı seçtik... Sadece gözlemi değil yaşanan ve çıkarılan mesajları da ilave edelim... Sabah 4 gibi işten çıktım. Ayaklarım taksiye binmeyi değil yürümeyi emretti. Mecidiyeköy'e kadar yürüdüm. Ve açık bir börekçi gördüğümde benim için o gece noktalanan iş hayatının birileri için yeni başladığını tezgaha yeni çıkan sıcacık poğaçaları koyan genç birini görünce farkettim... Neyse eve geldim Ahmet'i kaldırdım... Beraber çıktık yola. Taksim AKM önünde beklerken bizimle aynı kaderi paylaşan ve tura çıkan insan kalabalığına bakarken şaşkınlığımızı gizleyemedik... Oysa biz yıllar boyunca hafta sonları o saatlerde hep uyuyorduk veya güzel gerçeklerden uzak olarak uyutuluyorduk. Ama o gün çok farklıydı. Beklediğimiz turun aracı geldi, kısa metrajlı güzel filmin "motor" kısmı başladı. Yaklaşık 2 saat sürüyor. Öncesinde Ağva yolu üzerinde bir köy evinde rehberin aldığı poğaçaları yiyoruz... Çayı yaşını sonradan öğrendiğimiz 68 olan ama 50 altı gösteren bir teyze getiriyor. Onun bu yaşında çalıştığını görmek zorumuza gidiyor ama... Ve teyzenin iç dünyasını görmek adın içeri girdiğimde aldığım koku bana köyümü hatırlatıyor... Teknolojiden uzak odunlar kenara yığılmış ve çay sobanın üzerinde... 3 demlik çay hazır bizi bekliyor... Çay öncesi lavabo ihtiyacı için tuvalete girdiğimde manzara da şaşırtıcı. Ancak bu kadar doğal olur :))) Ve köy tuvaletini andıran görüntünün hemen arkasında deve kuşu hesabı toplar gibi size bakıyor (Ahmet deve kuşunun nasıl yumurtladığını canlı canlı çekme başarısı ve şansına erişti) Sonrası 15 kişilik küçük bir minibüsle tekrar yola koyulduk. Tanışma faslı başladı. Rehberimiz Mehmet biyoloji bölümü mezunu olmasına rağmen bir o kadar sosyal ve kültürlüydü. Zaman zaman sağlık dersi verdi, güzeldi... Tanışma faslı başladı... İkişerli gruplardı genelde ve bir de aile katıldı bize. Berre adında küçük çok tatlı bir kızları vardı... Herkes kendini tanıttı, bazıları gizemli kalmayı tercih etti.... Minibüsün havası, iletişim sonrası daha bir sıcak hale geldi... Hacıllı köyüne geldiğimizde ihtiyaçlar giderildi ve öncesinde 4 bin 200 metre denilen ama sonrasında en az 7 kilometre olduğunu düşündüğümüz doğaya yürüyüş başladı. Köyde sinekler bizi karşıladı, sokağa itilmiş köpeklerden birisi 'ben size rehberlik ederim' der gibiydi... Tur boyunca bize eşlik etti. Köyün içerisinden geçerken kabile reislerinin çadırını andıran odunlardan yapılmış görüntüler dikkatimizi çekti. Bazıları için için yanıyordu, bazılarını ise köylüler özenle yerleştirmekle meşguldü. Ve o aynı boy olan kısa ve düzgün kesilmiş ağaçlardan odun kömürü elde edildiğini öğrendik. Onlar günlerce için için yanarmış...
Kene korkusu içimizi kaplasa da "atın ölümü arpadan olsun" misali doğaya kendimizi teslim etmeye hazırdık. Hedef "Kurudere Şelalesi"ydi... Dereyi gördük, paçaları sıvamadık... Çünkü suyu azdı ve geçit için taşları kullandık... Doğanın içindeydik... Solumuzda dere, sağımızda ise insanların dokunmasına izin verilmemiş doğayla başbaşaydık. Yağmur bekliyorduk ama güneş bizi selamlıyor sanki "hoşgeldiniz" diyordu... Bu sırada rehberimiz Mehmet benim için büyük anlamı olan (bayandan almayı isterdim :))) çikolatalı gofreti ikram olarak sunuyordu. Kısa anlatımlar ve yavaş yavaş grupla şakalaşmalar sonrası şelaleyi merak ediyorduk... Oysa adı üstünde Kurudere Şelalesiydi. Yılın belli bölümlerinde akıyordu. O da kürüsel ısınmaya yenik düşüyor veya kayalar o dönem ağlamayı bırakıyordu... Yaklaşık 1 saati bulan yolculuk sonrası geldiğimiz bölge, kayaların arasına sıkıştırılmış, akıntıyı bırakıp bir hayli durgunlaşmaktan renk değiştirmiş "Kurudere Şelalesi" bölgesiydi...
Kayalar yosunlarla kimliğini gizleyen bir görüntüye dönüşmüş, alt kısmında ise dikitlere dönüşen küçük ama güzel görüntüler vardı. Bu sırada yukarı tırmanırken kırık merdiven düz olan bu tura az da olsa düşme korkusuyla adrenalin katmıştı... Dönüş başladı... İlk dereyle tanıştığımız bölgede bizi bekleyen sucuk partisi vardı... Mangal yakılmış, ekmekler hazırlanmış. Bu arada dönüşte ayakkabıları çıkarıp dereden geçmek veya geldiğimiz yönden geri dönmek vardı. Bazılarımız dereyi geçene kadar selam vermeyi tercih etti. Tam dereyi geçtiğimizde ise erik ağacı tüm meyvelerini bize verdi...

Mangal faslı öncesi Ahmet'le ihtiyaç olan doğallığı seçip elimizdeki küçük suları döktük (Çaktırmayın)... O bölgede gürül gürül akan derede eller yüzler yıkandı... Yaklaşık 1 saate yakın süren dinlenme faslı sonrası rota Ağva merkezdi. İsteyen denize girebilir, isteyen tura çıkabilir ve isteyen özgür takılabilirdi. Gelirken uğradığımız köy kahvesinde bizi bekleyen sürpriz vardı... Çay içmek ve ihtiyaç gidermek için uğradığımız kahvede oturan yaşlı bir ağabeye selam verdim sanki borçlu çıktım.... Amca öyle bir soru sordu ki şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemedim...
- Derede benim kopyalarımı gördün mü?
Biraz düşünüp "bu ne diyor" sorgusu sonrası verdiğim cevap ise
- İnsanlar vardı ama size benzemiyor amca...
Bu şaşırtan sorunun perde arkasındaki anlatım amcayı ele verdi Allah'tan...
- Benim kopyalarım orada kadınlara tecavüz ediyormuş... Moda'da da yakalanmış... Ben emniyet amiriyim...
Amca yaşayacağını yaşamış, kristalleri eskidiği için kasetleri sarmaya başlamıştı... Bizim gruptan konuyu ilk dinleyen ve inanan abla amcanın beklediği soruyla gaza gelmiş kaseti bir daha sardırmıştı. Ve mesleğine (olmayan) yaşadıklarına isyan ediyordu.
- Benim hesaba geçen gün 65 milyar göndermişler anında çalınmış... Şu anda cebimde sadece 10 milyon var. İstanbul'a gitmek istiyorum gidemiyorum... Bırakacağım bu mesleği. Ne silah var ne birşey...
Kahveci abi de gülerek amcanın psikolojisini gruptaki insanlara anlattı.
Ve minibüse bindiğimizde rehbere takılamadan edemedik...
- Bunu siz mi ayarladınız... Bu muabbet tura dahil mi?
Yaklaşık yarım saatlik yolculuk sonrası Ağva'ya geldik. Meşhur Şile bezi olayı... 'Anısı olsun' diye 14 YTL'ye bir gömlek aldık. Rehberimiz Mehmet ve ulaştırmadan görevli olmasına rağmen zaman zaman bize rehberlik eden Fatih de tekne turu tercihimize katıldı... Ben Ahmet, 4 bayan ve bir sevgili çift... Deniz ve Göksu Deresi nehri alternatifi vardı. Ahmet'le ikimizin tercihi denizdi ama insanları da bizim egolarımız adına esir etmek istemiyorduk. Kaptan'ın önerisi de dalgaya rağmen deniz olunca bizim soyunmamız kaçınılmazdı. Dalgalar yükseliyordu ama Ahmet'in denize girme aşkı beni de etkiledi. Yalnızlığını paylaşmak adına tanımadığımız insanların içinde utana sıkıla soyunup denize atladık. Buz kestik... Aşkı balıkçı olan ama denize açılıp geri dönmediği için intahar eden Gelinkaya'nın önünde Karadeniz'le bayağı bir serinledik... Dönüşte kendi çapımızda koro oluşturduk, bilip bilmediğimiz şarkılara eşlik ettik. Sonrası güzel sohbetler ve paylaşımlar ve kısa bir güne sığdırılan uzun tatlı anılar... Girişte kısa demiştim ama sanırım yaşananlar o kadar kısa değildi... Herkese tavsiye ederim... Bu arada fiyatı da 49 YTL idi...

8 Haziran 2008 Pazar

NELER OLUYOR?

Zaman sadece birazcık zaman... Evet bu gelecek zamanla ilgili bir anlatım ama ya şimdiki zaman... Sıkıntılar, mutluluklar yani duyguya yönelik neler varsa hepsinin ortak özelliği bir zaman diliminin olması değil mi?. Bizim için aynı zaman dilimi olumsuz olabilirken belli o an birileri için hayatının en anlamlı dönemidir... Ne garip değil mi? İşte kimini mutlu, kimini hüzünlü eden hayati dönemlerin olduğu aynı zamanlar...
- Şu anda birileri dünyaya (doğum) geliyor
- Şu anda birileri öbür tarafa (ölüm) gidiyor
- Şu anda birileri sınava giriyor
- Şu anda birileri anne ve baba oluyor
- Şu anda birileri insanların üremesiyle ilgili belgesel çekiyor :))
- Şu anda birileri işten çıkarılıyor
- Şu anda birileri işe alınıyor
- Şu anda birileri hastaneye yatıyor
- Şu anda birileri kabus görüyor
- Şu anda birileri kaza yapıyor
- Şu anda birileri zengin (sayısal loto, toto gibi) oluyor
- Şu anda birileri cezaevine düşüyor
- Şu anda birileri tahliye oluyor
- Şu anda birileri evleniyor
- Şu anda birileri boşanıyor
- Şu anda birileri dayak yiyor
- Şu anda birileri kitap okuyor
- Şu anda birileri film izliyor
- Şu anda birileri diş ağrısı çekiyor
- Şu anda birileri seyahat ediyor
- Şu anda birileri telefonda güzel veya kötü haber alıyor
- Şu anda birileri mesleğini seçiyor
- Şu anda birileri iflas ediyor
- Şu anda birileri intihara teşebbüste bulunuyor
- Şu anda birileri istediği haberi alıyor
- Şu anda birileri özlem duyuyor
- Şu anda birileri aşık oluyor
- Şu anda birileri sevgilisinden ayrılıyor
- Şu anda birileri çıkmaya başlıyor
- Şu anda birileri kredi çekiyor
- Şu anda birileri hayati karar veriyor
- Şu anda birileri yemek yiyor
- Şu anda birileri açlıktan ölüyor
- Şu anda birileri ilkleri yaşıyor
- Şu anda birileri heyecan duyuyor
- Şu anda birileri monotonluktan sıkılıyor
(Peki siz 'şu an'ın neredesindesiniz?)

3 Haziran 2008 Salı

HAYIR... EVET... HAYIR

Öyle bir hayat ki herkes 'evet'e göre programlanmış... Hayır yanıtını genelde kabul etmeyiz ve bizi üzen bir cevaptır... Çocuklar ilk etapta hep bir istekte bulunur ve 'hayır' yanıtı aldıklarında ağlarlar... Doğumla mutlu başlayan hayat ölümle hüzünlü biter... Oysa ikisi de gerçek hayatın ta kendisidir... Hayat programı isteğimiz olduğunda yeni bir isteğe doğru yol alır... Onun için mücadele verir. Bu insan doğasının kanunu gibi birşeydir.
Peki nasıl bir arkadaş, sevgili veya dost istersiniz?
Size süreli 'evet' diyen birisi sizin arkadaşınız, dostunuz veya sevgiliniz olabilir mi?.. Veya tam tersi size sürekli 'hayır' diyen birisi... Sanırım 'denge' kendin olmaktır. Evetse 'evet' hayırsa 'hayır.' Ama günümüzde geçerli olan çıkar uğruna HAYIR'ı bile EVET'e çevirmektir. Bunu yapabilmekte bir meziyettir... HAYIR'ı kullanabilenler ise karşıdakine göre değil kendine göre cevap verendir... Doğru bu mudur? Tabii ki değildir. Sadece bir tercih ve karakter sebebidir...

MUTLAKA İZLEYİN


2 Haziran 2008 Pazartesi

YABANCILAŞMA

Tam zamanını hatırlamıyorum ama sanırım 7 veya 8 yıl önceydi. Bir gün geç saatte evime gittim. Sabaha karşı. Genelde apartmanın giriş kapısı açık olurdu. Ve o gün hayatın veya İstanbul'un bana bir mesajı daha vardı. Üzerimde dış kapının anahtarı olmadığı için dışarıda kaldım. Kapıyı açtırmak için birilerinin balkondan bakmasını bekliyorum. Ses seda yok. Herkes gerçekte göremediği ama uyurken de olsa görmek istediği rüyalara dalmış. Ve ben bu rüyadan birilerini uyandırmak zorundayım. Az küfür edecek bir kurban düşünüyorum. Haliyle karşı komşu biraz az küfreder sanırım düşüncesiyle zile bastım. Balkona çıktı. Ben derdimi anlatıyorum...
- Uyandırdığım için özür dilerim ama ben karşı dairede kalıyorum. Anahtar yok üzerimde. Aşağının kapısını açar mısınız?
Tamam filan tarzı cevap yok... Merdivenlerin ışığı yanıyor ve istemeye istemeye 5 kat aşağıya iniyor. Ayak sesleri kadar edilen küfürleri de duyar gibiyim...
Neyse ben binbir özür dileyerek yukarı doğru çıkmaya başlıyoruz. Meslekler ve memleketler soruluyor. Arkadaş polis memuru ve Şişli'de çalışıyor. Ben mesleğimi söylüyorum. Ve işte 5. kata kadar yaşanan kısa ama uzun soluklu diyalog:
- Nerelisin?
- Adana...
- Hııı. Benim bir arkadaşım da Adanalı...
- Hadi ya... Neresinden?
- Osmaniye...
- Ben Düziçi...
- Aaa o da Düziçili...
- Adı ne?
- S....... O...
Buraya kadar herşey normal gibi... Ancak söylediği kişi benim liseden sınıf arkadaşım (O kişi Şişli Emniyet'e yapılan bombalı saldırıda yaralandığı için erken emekli oldu) Ve kat bitiyor. O evine ben evime. Sanırım merdivenlerde soğuk başlayan sıcak devam eden sohbet bana olan kızgınlığını ortak tanıdık vesilesiyle biraz olsun hafifletmiştir.
Ama asıl önemli olan burada ortak tanıdık çıkmasa bile herkesten uzaklaşıyor olmamız... Bırakın kapı komşusunu aynı evdeki insanlar bile birbirine yabancı hale geliyor...
Ve size ikinci bir örnek...

***

Geçen yıl bu dönemler... Hemşehrimin sıcak mekanı Melekler Ocakbaşı'nda çöp şişimi söyledim, çorbamı içiyorum ve Bülent'i bekliyorum... Masanın karşı köşesinde tek başına bir genç oturuyor... Göz iletişiminin ardından içindeki sıkıntıyı sesli bir şekilde özetliyor...
- Burası nasıl bir şehir ya... Milyonlar içinde yalnızsın...
Ben sadece küçük bir tebessüm ediyorum ve soruyorum...
- Tavla biliyor musun?
Gözleri parlar bir şekilde
- Biliyorum abi?
- Yemeğini ye. Tavla yapalım...
Kısa iletişim milyonlar içindeki yalnızlığı ve soğukluğu biraz ısıtıyor... Tanışma faslı filan... İstanbul'da okumuş ve memleketi Çorlu'ya dönmüş. Elektrik mühendisi. Bir kaç günlüğüne seminer için gelmiş ve burada okumasına rağmen görüşebileceği kimse yok. Bülent de geliyor ve üçlü sohbete başlıyoruz. Sıcak ve samimi sohbetin ardından biraz olsun yalnızlık duygusu gitmiş bir şekilde 'abi ben yarın da buradayım' diyor... Görüşmek istiyor. Ve bir gün sonra da görüşüyoruz... O yabancının bana bıraktığı mesaj ise anlattığı evlilik hikayesinde gizli... Tabii biz bu sırada Bülent'le 'evlilik, bekarlık' üzerine tartışmalara devam ediyoruz...
Bakın numarası telefonumda olan ama bu yazıyı yazarken ilk etapta adını bile hatırlamadığım arkadaşın size de ilginç geleceğini düşündüğüm kısa hikayesi...
Bu biriyle sözlenir, nişan yapılır... Evlilik günü alınır düğün başlar... Bu genç arkadaş kına gecesi masada içen babasının yanına gider ve kulağına söyler...
- Baba ben evlenmek istemiyorum...
Çakır keyif olan baba bir anda kendine gelir ve (sözleri yumşatıyorum :)))
- Neeeeeeeeeee? Sen ne diyorsun oğlum... Emin misin?
- Evet baba...
- Tamam kaybol...
Ve o genç kına gecesi memleketi bırakır İstanbul'a kaçar... Gerekçesi ise evleneceği insanla beğendikleri koltuk takımını kaynanasının değiştirip kendi istediğini aldırmasıdır.
O arkadaş şu anda istediği kişiyle evli ve mutlu olduğunu söylüyor... Hayat garip aynı zamanda da çıkarılması gereken derslerle dolu... Herkese iyi dersler...