31 Ocak 2014 Cuma

ÖLÜM YOLU!

Maltepe D-100 Karayolu üzerinde seyir halindeki bir otomobilin önü kadın sürücünün kullandığı başka bir otomobil tarafından kesildi. Bu otomobilden inen bir kişi de durdurduğu aracın içindeki kişiyi silahla vurarak yaraladı. Yaralanan kişi hastanede hayatını kaybetti. Olay yerine gelen polis ekipleri yol üzerinde bulunan kovanları muhafaza etmek için nöbet tuttu. Silahlı saldırının trafik tartışması sonucu meydana geldiği belirlendi. Hürriyet'in internet sitesindeki haber böyle, yorumum ise şöyle... HAYAT BU KADAR MI UCUZLADI... SİNİRLENDİM VURAYIM ÖLDÜREYİM... 30 BİLEMEDİNİZ 40 YIL... BİR ANLIK SİNİRE Mİ KURBAN GİDİYOR... AİLESİ, YAKINLARI, SEVENLERİ NE OLACAK... Bence bu kadar ucuz değildir... Perde arkasında başka şeyler vardır... Sadece anlık bir yol kavgası ise VAY HALİMİZE... Ve ben sizin YOLUNUZU... Biz bu insanlarla aynı coğrafya ve atmosfer içinde yaşıyoruz...

'SUSUN LAN!'

Yine bir motor yolculuğu...
Deniz motoru...
İstikamet Kabataş...
Bu kez motor ince ve uzun...
Arkaya doğru ilerleyen çift taraflı koridor...
Yolcular ise serpitilmiş gibi...
Motor sesini bastıran çocuk sesleri...
Üç çocuk motor harekete başladığından bu yana ortamı parka çevirmiş durumda.
Bir o tarafa bir bu tarafa koşturuyorlar...
Yaşları 6'yı düşmez, 10'u geçmez...
Ailelerinin nerede olduğu ise o ana kadar bilinmiyor...
Bağrış çağrış içerisinde koşturuyorlar...
Kimileri kendi halinde bunları duymuyor, kimileri ise onları izliyor...
Ancak sesleri zaman zaman öyle şiddetleniyor ki rahatsız edici boyuta ulaşıyor...
İşte tam o anlardan birinde;
- SUSUN LAN...
Motorda ölüm sessizliği...
Çocuklar olduğu yere oturuyor...
Sonra yavaş yavaş yılanın süzülmesi gibi arkaya doğru kaçıyor...
Ailelerinin de arkada olduğu anlaşılıyor...
SUSUN LAN çığlığını atan ise yaşlı bir amca...
2-3 koltuk önümde oturuyor...
Aradan 1 dakika geçmeden motorun tam karşı koltuğundan bir ses daha:
- ÇOCUKLARA NE BAĞIRIYORSUN!
Ortam gergin...
Bir anda herkes yolculuğa sessiz başlayıp çığırtkan olan bu iki insana dönmüş durumda.
Aslında SUSUN LAN diyen yaşlı amcanın tam olarak nerede oturduğunu ve kim olduğunu kestiren sayısı fazla değil... Çünkü amca bağırdıktan sonra hiç istifini bozmadan kendi haline döndü manzarayı izlemeye devam etti..
Ve o amca kendisine yönelik bağırmaya da karşılık vermedi.
Amca amacının sadece çocukların susması olduğunu ve sessiz bir yolculuk olduğunu gösterdi...
Kimse de devamını getirmedi...
Kimisi çocukların susmasına sevindi, kimisi ise yaşlı amcanın çocuklara öyle bağırmasına anlam veremedi, tepkili genci destekledi... Ama herkes içinden...

30 Ocak 2014 Perşembe

"KRAL" PROTESTO


İspanya Kral Kupası çeyrek finalinde Racing Santarder'li oyuncular paralarını alamadıkları gerekçesiyle dünkü R.Sociedad maçında inanılmaz ve örnek bir protestoya imza atmışlar... Başlama düdüğü sonrası orta sahada omuz omuza veren futbolcular hareket etmemiş... R.Sociedad da top çevirdikten sonra topu taca atmış. Hakem de maçı tatil etmiş..
Santarder'in başkanı Angel Lavin, futbolcuların alacağı konusunda "Sadece 3 aydır maaşlarını alamıyorlar. Bunun için protesto mu olur" demiş... Vay be...
Organizasyon KRAL KUPASI...
Kral bir protesto olmuş...
Düşünsenize bizde de Türkiye Kupası'nın adı ZİRAAT TÜRKİYE KUPASI...
Ülkemizde "Ziraat" var mı! Yorum sizin...

28 Ocak 2014 Salı

KÜFÜR YOK ÖPÜN BARİ..


Fenerbahçe-Torku Konya maçı sonrası bazı taraftarlar gözaltına alınmış...
Gerekçe ne?..
Tam olarak net bir şekilde ifade edilmese de KÜFÜR deniyor...
Ya arkadaş ilk defa mı küfür ediliyor.
Yıllardan beri tribünler insanların 5-100 TL arası parasını verip deşarj olma yeridir...
Tek olsa kimse küfür etmez ama kalabalık ve sürü psikolojisi ile herkes kendini daha özgür sanıp içindekileri döküyor... Psikoloğa verip bir şey anlamayacağından maça gidip tedavi görüyor!.. Ve bunun da cezasını genelde kulüpler çekiyordu... Ve toplu küfürde süre de vardı..
Yani 120 saniyeye kadar ne yaparsan yap (DİLİNİ ÇABUK TUT) serbestti...
Peki ne oldu da bu süre kaldırıldı!..
İşte burada özerk olduğu düşünülen ancak özerk olmadığı anlaşılan TFF'nin gerçek yüzü ortaya çıkıyor...
Maç devam ederken kurallar değişmez anlayışında olan TFF küfür ve çirkin tezahürattaki süreyi kaldırıyor...
Gereçke var mı? Yok. Ama nedeni Fenerbahçe maçında anlaşılıyor.
Tamamiyle SİYASİ...
3 Temmuz, 17 Aralık, 25 Aralık bilmem ne artık baydık...
Bu tarihlere bakıldığında en büyük sivil toplum kuruluşları olan taraftar kitlesinin de protesto hakkı elinden alınıyor. Yani "Mustafa Kemalin Askerleriyiz" deme şansın bile ortadan kaldırılıyor... Bir anlamda da ligin ikinci yarısı öncesi ve yerel seçim arefesinde aba altından sopa gösteriliyor. Meali de şöyle: AMAN HA... Hükümete zarar verecek veya tepki gösterecek her hangi bir eylemde bulunmayın...
YERSEN...
Ha bu arada küfüre kesinlikle karşıyız. Çirkin ve kötü tezahürata da... Ancak bunun da formülü var... Türk insanı zekidir... Hele de gezi sürecinde bu anlamdaki üretkenlik fazlasıyla görülmüştür...
KÜFÜR YOK... ÖPÜN BARİ...
ÖPÜLDÜNÜZ... SEVGİLER, SAYGILAR...
NOT: Peki tribünler hep bir ağızdan "Allah evinize ateş salsın" derse ne olur... 

27 Ocak 2014 Pazartesi

BEN SENİ SEVDUĞUMİ...


Yine hayat telaşesi ve klişesinden biri...
İşe doğru yollardayım...
Aslında yol değil, İstanbullular için en ucuz (3 TL-Basın kartına beleş) psikolojik terapi aracı Üsküdar-Kabataş hattındayım...
Öğle saatleri olmasına rağmen insanların bedenleri değil ama ruhları yorgun. Haliyle o da bedene vurgun...
Herkes kendi kabuğuna çekilmek ister gibi boş ve köşe kapmaca oynar halde...
Köşeler dolu...
Kısa süreli bir bekleme sonrası start veriliyor ve motor üzerinde taşıdığı yükü sorunsuz bir şekilde Kabataş iskelesine bırakmak için kaptanın emriyle kulaç çırpıyor...
Hava güzel, deniz biraz dalgalı... Yolcuların bakışları ferini kaybetmiş ve anlamsız...
Koltuklar 4'erli... Ortada ise ince bir masa...
Motorun önleri arka kısma göre biraz daha sıkı fıkı. Çünkü insanlar hastanenin aciline yetişir gibi nedensiz bir koşuşturma içerisinde...
Nadir de olsa çiftler de var. Kimisi sarılmış kimisi ise uzak oturup araya mesafe koymuş...
Motordaki ölüm sessizliği bir anda bozuluyor...
KEMENÇE...
Derinlere dalanlar, kredi kartıydı, kiraydı, borcu harcı, işi gücü, çolu çocuğu düşünenler bir anda tatlı bir irkilme ve uyanma yaşıyor...
Herkes o tatlı sese ve harekete doğru kafayı çeviriyor...
Saçı sakalı birbirine karışmış ama şarapçı modunda değil... Bir genç... Bir anda herkesin kendine bakmasıyla utanıyor ve kemençesine odaklanıyor... Yavaş yavaş kafayı kaldırıyor...
Bu sese kapalı kadınların tepkisi çok güzel... Bir anda hareketleniyorlar.. Genç kızlar ise kıpır kıpır oluyor...
Genç başlıyor "BEN SENİ SEVDUĞUMİ DA DÜNYALARA BİLDURDUM"
Kimisi sessizce mırıldanıyor kimisi ise genci motive edercesine bağırıyor...
Yerimiz Marmara ama ezgimiz Karadeniz...
Karadeniz olur da hareket olmaz mı!
Genç daha gür bir ses çıkarıyor... Bir yandan da çevresine tebessümle bakıyor...
Bu Karadeniz uşağı kesinlikle dilenci değil. Kendi çapında sanatını ve kültürünü icra ediyor... Bu konuda da gönüllerden ne kopuyorsa onu istiyor... Tabii verirsen...
Aslında genci ben daha önceki bir seferimde de görmüştüm. Ve yanında bir genç daha vardı... Hasatı o genç yapmıştı. Bu kez yalnız. Ve biraz da aradan geçen zaman onu yıpratmış, zayıflamış...
7-8 dakika süren kısa tura çok güzel bir melodi katıyor... Bizi de biraz olsun düşünmekten uzak tutuyor... Veya kendi dünyası ile empati kurmamızı sağlıyor. Kemençe çalması ve söylemiyle yatırıma geçen genç, iskeleye yaklaşmamıza kısa süre kala hasatı toplamaya geçiyor.
Kemençesinin kabını alarak ayağa kalkıyor ve içinden de CD'leri çıkarıyor... Verilen ücretlerin karşılığının boş olmadığını göstermek adına - kendisinin doldurduğu düşündüğüm- CD'lerini hediye olarak sunuyor.
Sağdan soldan etki ve olumlu tepki büyük. Herkes kendi çapında elini cebine atıyor.
Karadenizli olduğu aleni şekilde belli olan tesettürlü teyzeler ise çantalarına ve cüzdanlarına dalıyor... Fermuarlar açılıyor, bozuk paralar aranıyor... Tüm veren de oldu...
Kızlar gizemli cesur gencin bakışlarını yakalayabilmek ve gülücük göndermek için fırsat kolluyor... Genç ise o tarzda bir insan olmadığını gösterir gibi bakışlardan emin ama biraz da tedirgin...
Bu eylem ve söylem sayesinde belki günlük sigara ve yemek parası çıkıyor gencin... İskeleye yaklaştığımızda o da herkes gibi yolcu moduna giriyor.. Onu sadece motor içindekiler biliyor... Ve yolu eğlencenin merkezi olan Taksim'e doğru gidiyor...
İYİ YOLCULUKLAR...
NOT: GERÇEK BİR HİKAYE VE İZLENİM...


24 Ocak 2014 Cuma

BALIKÇILAR LOKALİ

Kız Kulesi...
Çevresi insan seli...
Hele hele öğrencileri, nargilesi ve minderleri...
Ancak benim bu kez adresim balıkçıların lokali...
Yıllardır özünden ve görüntüsünden bir şey kaybetmemiş mesken...
Gelip gideni fazla ancak demirleyeni az mekan...
Kahve görünümünde. Küçük bir baraka gibi... Sağı solu geniş ancak özensiz... Teknoloji ve günümüz şatafatından uzak kendi halinde... İyi ki de öyle...
Sol tarafında araba parkı gibi yarı kapalı bir bölme var...
Sağ tarafı ise Kız Kulesi manzaralı... 7-8 tane üçerli sandalyeden oluşan masası var...
Çok geniş değil. İç içe geçmiş gibi... Hem güneşiyle hem de ortamıyla sıcak...
Elimde Sait Faik Abasıyanık'ın Mahalle Kahvesi...
Gölgesi soğuk havanın güneşi de tatlı bir fırın sıcaklığında...
Duvar dibine geçiyorum... Elimde kitabım, simidim beyaz peynirim ve siparişini verdiğim büyük çayım...
Değmeyin keyfime...
Kitaba başlıyorum çevreden uzağım... Kız Kulesi tam karşımda... Ancak ben günlerdir birbirimize bakamadığımız güneşe (Güneşi beklerken :))) selam vermek istiyorum ve tam karşısına geçiyorum. Kuleyi sağ yanıma alıyorum...
Çevremdeki masaların çoğu boş. Arkamdaki masa dolu üç bayan var. Kendi hallerinde ve fazla sohbet yok... Kitaba dalmışım...
Bir büyük çay bitti... Sait Faik beni de kahvesine ve kendi dünyasına çekiyor... Sonrasında ikinci büyük de gitti.
Bir ara önümdeki masaya bir aile geldi... Baba, kız ve anne... Kız, baba için üvey evlat gibi bir duruş gösterir izlenimi veriyor... Ailenin diyalogları beni kitaptan uzaklaştırıp kendi masalarına çeker oldu...
Ben de yorulmuştum zaten... Mola zamanıydı...
Anne aileye hakim görüntüde... Sürekli konuşuyor bir şeyler anlatıyor...
Babanın sesini duymak çok güç... Hiç mi konuşmaz... Kendi halinde... Ancak asabi de değil... Fakat gizemli... Yaşı en az 50...
Kız ise günümüz gençliğinin ruh halini özetliyor... Her şeyden sıkılgan bir görüntü ve ses tonunda figür sergiliyor...
Ben ister istemez o masadayım... Kül tablası, çay bardağı ne derseniz deyin ama o masadayım...
Anneye telefon geliyor... İşte diyaloglar...
- Efendim baba... İyiyim sen nasılsın... Aaa çok güzel... Kendine menemen mi yaptın!.. (Evet baba tek başına yaşıyor ve kendisine yemek yapmış onun hazzını ve keyfini kızıyla paylaşmak istiyor... İki taraf da mutlu)
- Tatile girdi bir haftadır bizimle. Şimdi çay bahçesindeyiz... Karne almadı sadece ilk dönemi bitirdi...
Bahsedilen kız dedesiyle konuşmak için sabırsız... Anne babaya da telefonu vermek istiyor...
Anne babasına eşinin iş durumunu anlatıyor.
- Yok henüz iş bulamadı. Herkes gemici oluyor. Askeriyeden ayrılan gemiciliğe dalıyor. Şu anda boşta.
Torun telefonu alıyor konuşuyorlar...
- Ne olacağımı ben de bilmiyorum dede...
Kız özel üniversitede ve hangi bölümde belirsiz...
Sonrasında baba telefonu alıyor konuşması hiç duyulmuyor...
Konuşmalar bittikten sonra annenin eşine işle ilgili yaklaşımı şaşırtıcı;
- Senin 80'e kadar çalışman lazım biliyorsun dimi. Bıraktığın anda senin ruhun ölür...
Babadan yine ses seda yok. Süper bir dinleyici ve arada bir kızına gülücükler gönderiyor...
Kız ise yine kararsız...
- Bu havada Adalar'a gidilir mi!
Anne ve babadan yorum yok... Ardından
- Yağmur yağarsa da Adalar'a gidilir mi!
 Yine yorum yok...
Aile sonrasında kalkar baba çayların parasını öder ve aile sahilde yürüyüş yapan insanların arasına karışır... İYİ GÜNLER...






BUGÜNLERİ ÇOK ÖNCEDEN GÖREN TÜKENMEZ KALEM...


23 Ocak 2014 Perşembe

KAYSERİ'DE NELER OLUYOR!

- Kayseri'den bugün üst üste kötü haberler geldi. Önce trafik kazası oldu 21 kişi hayatını kaybetti.
- Ardından Kayserispor'un genç oyuncusu Sefa Yılmaz'ın ayağının kırıldığı açıklandı.
- Son olarak da atıl durumdaki fabrikada temizlik yaparken kimyasal maddeden etkilenen 32 işçi zehirlenmiş ve hastaneye kaldırılmış.
Hayırlara gitsin...

HAYIRLI "İŞLER" (GEÇMİŞ OLSUN)


BİBER TUTUKLANMIŞ!

ABD'li pop yıldızı Justin Bieber, Güney Florida'da tutuklandı. Polis yetkilileri, genç yıldızın sarı renkli kiralık bir otomobili işlek bir caddede alkollüyken kullandığı için tutuklandığını açıkladı. Miami Beach polisinin aktardığına göre iki araç yolu kapatmış, böylelikle 19 yaşındaki Bieber ve arkadaşı kiraladıkları araçlarla birbirleriyle yarışıyorlardı. Bieber'ın altında sarı renkli bir Lamborghini, arkadaşında ise kırmızı renkli bir Ferrari vardı. Bieber tutuklanma gerekçesi sadece bunlarla da sınırlı değil. Hız sınırının saatte 55 kilometre olduğu caddede, yaklaşık 88 kilometre hızla yakalanan Bieber, polise direnmek ve süresi geçmiş ehliyetle araba kullanmakla da suçlanıyor. Bieber'ın yarış yaptığı ve isminin Halil Şerif olduğu öğrenilen kendisi gibi şarkıcı arkadaşı da polis tarafından tutuklandı. Polis yetkilileri, Bieber'ın mahkemeye çıkarıldıktan sonra kefaletle serbest bırakılabileceğini söyledi. KAYNAK: HÜRRİYET

NOT: Acaba bizde böyle bir durum olsa ne olurdu! Gerçi oldu, alkollü ünlüler üflemedi alkolün etkisinin geçmesini bekledi... 

SUSUZ YAZ MI?

Nükleer fizikçi Prof. Dr. D. Ali Ercan ise su fakiri ülkeler arasında bulunan Türkiye’nin önümüzdeki yaz ve takip eden yıllarda büyük bir kuraklık ve susuzluk tehlikesiyle karşı karşıya olduğu uyarısında bulundu.
Nükleer Fizikçi Prof. Dr. D. Ali Ercan, 20 Ocak günü Ankara’da kaydedilen‘+ 6’ derece sıcaklığın çok büyük bir sapma olduğunu belirterek, uzun yılların istatistiklerine göre 20 Ocak’taki sıcaklığının ortalama ‘- 1’ derece olduğunu dile getirdi.
‘6 DERECE BÜYÜK SAPMA, TÜRKİYE KURAKLIKLA KARŞI KARŞIYA’
Çevre, enerji, fizik ve istatistik gibi alanlarda çalışmaları bulunan Prof. Dr. D. Ali Ercan, uzun yıllar boyunca elde edilen istatistiklerden, Ankara için 20 Ocak'ta ortalama sıcaklığın -1 derece olduğunu ancak bu yılki sıcaklığın alışılmış düzeyin çok çok üstünde seyrettiğine işaret ederek, “Bugün ortalama sıcaklık +6 derece! Geçmiş yılların Mart veya Kasım aylarındaki ortalama sıcaklık düzeyinde. 6 derecelik fark çok çok büyük bir sapmadır. Üstelik kar veya yağmur şeklinde yağış da yok. Ülkemiz önümüzdeki yaz ve (büyük olasılıkla takip eden yıllarda da) büyük bir kuraklık ve susuzluk tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyor” uyarısında bulundu.
‘SULARI YABANCILARA SATTILAR, BİZ MÜŞTERİ KONUMUNDAYIZ’
Devlet yönetimi ve resmi kurumların Türkiye’nin gerçekte su fakiri bir ülke olduğunu yeni fark ettiklerinin altını çizen Ercan, konuyla ilgili yaptığı değerlendirmede, “Şimdiye kadar hep abartılı rakamlar veriliyor, adam başına bin metreküp civarındaki su potansiyelimiz 2 bin metreküp olarak gösteriliyordu. Bu arada su kaynaklarımızın büyük bir kısmını özelleştirdiler ve yabancılara sattılar. Biz sadece kullanıcı/müşteri konumundayız. Bu durumda hâlâ 3 çocuk doğurmayı öğütleyen politikacılar var. Ne acı!” diye konuştu.
‘ÜRETMEYEN KALABALIĞIN ÜLKESİNİ SATMAKTAN BAŞKA ÇARESİ YOK’
Türkiye’nin yalnızca enerji bakımından değil, gıda bakımından da dışarıya bağımlı hale geldiği görüşünü savunan Prof. Dr. D. Ali Ercan, “Kullandığımız enerjinin yüzde 80’ini, yediğimiz 6 ekmekten 1’inin buğdayını dışarıdan satın alıyoruz. Endüstriyel üretimi olmayan öte dünya endeksli kalabalık yığınların kendi ülkelerini ‘satarak’ yaşamaktan başka çareleri yok. Şimdi bir de kuraklık gelirse seyreyle gözüm gümbürtüyü. Bilim adamları 1960'lardan bu yana uyarıyorlar; insan kaynaklı küresel ısınıma karşı etkin ve ivedi önlemlerin alınması için yırtınıyorlar; ama anlayan, dinleyen yok. Gezegenin milyonlarca yıllık geçmişinde atmosferdeki CO2 miktarı asla 300 ppm sınırını aşmamıştı; şimdi 400 ppm. (400 ppm = %0,04) oldu. Güle oynaya ve doludizgin felakete koşturuyor insanlık. Yanılmış olmayı çok isterdim” görüşünü dile getirdi.
BAKAN EROĞLU: ‘ALLAH NASİP EDERSE PERŞEMBE YAĞIŞ GELECEK’
AKP’nin belediye başkan adaylarının tanıtım töreni için gittiği Balıkesir’de konuşan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, "Allah nasip ederse bu hafta çarşamba, perşembe günleri yağış gelecek. Zaten barajlarımızda şu anda yüzde 45-50 oranında doluluk var. Çiftçilerimiz için bir problem yok, içme ve kullanma için bir problem yok. Dolayısıyla vatandaşımız rahat olsun. Türkiye genelinde de inşallah normal yağışların geleceğini tahmin ediyoruz. Ocak, şubat, Mart aylarında normal uzun yıllar ortalamasında yağışların gelmesini bekliyoruz. Yağışlar sadece biraz gecikti ama gelecek. Endişeye mahal yok" açıklamasında bulunmuştu.
TARIM BAKANI MEHDİ EKER: ‘DUA EDELİM YAĞMUR EKSİLMESİN’
Bursa’da konuşan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker ise kuraklıkla ilgili endişeleri olduğunu dile getirerek, "Meteorolojik kuraklık var. Bir de tarımsal kuraklık var. Bizi ilgilendiren tarımsal kuraklık. Şu an itibarıyla sadece endişe ediyoruz. Önümüzdeki haftalarda yağış olur inşallah. O zaman biz tarımsal olarak bundan etkilenmeyiz. Birtakım araştırmalar yapılıyor. İnşallah gerek kalmaz. Dua edelim, yağmur ve rahmet eksilmesin. Bereketiyle gelsin ama endişe ediyoruz. Şu anda tarımsal kuraklıkla ilgili bunu söyleyebilirim. Yağmur gelirse büyük ölçüde rahatlarız" dedi.
KAYNAK: ODA TV


BREZİLYA'DAN AL HABERİ (DİKKAT! BİR AYAĞI HAVADA)

Galatasaray'ın Fildişili süperstarı Didier Drogba için Brezilya ekiplerinden Botafogo'nun başkanı Mauricio Assumpcao'dan sürpriz bir açıklama geldi. Assumpcao, devre arasonda Drogba ile görüştüklerini belirtirken, sürpriz bir iddiayı gündeme getirdi. Botafogo başkanı, "Seedorf'un yerine bir oyuncu arıyorduk. 2013'ün sonunda Drogba ile görüşme imkanımız oldu. Sözleşmesi sezon sonunda sona eriyordu ve menajeri ile görüştüm. Onu Brezilya'ya getirmek istediğimizi söyledim ve onun da bu konuda pozitif olduğu tepkisini aldım. Ancak sonrasında Galatasaray ile 2 sezonluk, astronomik bir sözleşme imzaladı." diyerek Drogba'nın sarı-kırmızılılar ile olan sözleşmesini 2 sezon daha uzattığını iddia etti. Galatasaray yönetiminden birçok isim, bir süredir sezon sonunda sözleşmesi bitecek olan yıldız oyuncu ile kontrat uzatma düşünceleri olduğunu belirtiyordu.
Kaynak: sporx.com

19 Ocak 2014 Pazar

ANANASIN FAYDALARI


Malumunuzdur son kaset dinleme olaylarında ananas meşhur oldu... Peki ananasın faydaları nelermiş? İşte uzmanlara göre ANANAS: 
İçerdiği su miktarının fazla olması nedeniyle zayıflamada etkilidir. Etin sindirilmesinde etkilidirBağırsakların temizlenmesini sağlar. Bromelain enzimi bağışıklık sistemini kansere karşı korur. Bu enzim mide asidini düzenler ve kireçlenmenin önüne geçer. Kozmetik ürünlerde de sıkça kullanılır. Selülit tedavisine yardımcı olur ve idrar söktürür. Vücut ateşinin yükselmesine ananas suyu iyi gelir. Yıllardır nezleye karşı kullanılmıştır. Boğaz iltihabını önler. Kan dolaşımını hızlandırarak tansiyonu düzenler. Stresin önüne geçer.  

18 Ocak 2014 Cumartesi

BİBER GAZI GALİP!


Burası şaşırmayacağınız şekilde Muz veya Ananas Cumhuriyeti değil Türkiye Cumhuriyeti... Siverek Belediyespor genç takımı ile Viranşehir Belediyespor arasındaki maçta kırmızı kart nedeniyle gerginlik yaşandı. Polis olaylara müdahalede bulundu. Ve tabii ki en etkili silahı olan biber gazıyla... Sahaya girdi futbolculara gaz sıktı... Maç ne mi oldu? BİBER GAZI KAZANDI...

ÇARŞI BARINAKLARA DA EL UZATTI


VALİ NAMAZA GİDERSE...

Düzce Valisi Ali İhsan Su, Cuma namazı sebebiyle Merkez Büyük Camisine gitmiş. www.burasiduzce.com'un haberine göre Su’ya ait makam aracı caminin avlusuna park edilmiş. Haberde Valilik makamı ile Merkez Büyük Camii arasındaki mesafenin kısa olduğunu da vurgu yapılmış... Bazı vatandaşlar tepki göstermiş... Ya bu kadar infazsızlık olur mu (!) Sayın Vali'nin acil işi vardı belki... Namaz sonrası hemen oraya geçmek istedi... Biraz da onun açısından düşünün... Haa akıllara Peygamberimiz Hz. Ömer'in adalete bakışını gösteren hikayesi gelmiyor değil... Peki neydi o hikaye:

HZ. ÖMER'İN ADALETİNE BİR MİSAL

Ashab'tan Abdurrahman bin Avf, Hazreti Ömer (r.a.) halife iken onu makamında ziyarete gelmişti, selâm verip müsait bir yere oturdu. Hz. Ömer kendisiyle hiç meşgul olmuyor hattâ selâmını bile almıyordu. Hayretle neticeyi beklerken, Hazreti Ömer, işini bitirdikten sonra yanan mumu söndürdü; aynı onun gibi başka bir mum yaktıktan sonra: «Ve aleyküm selâm» deyip selâmını aldı. Ve konuşmaya başladılar. 
Abdurrahman bin Avf Hazretleri, Ömer (r.a.) Hazretlerine niçin o mumu söndürüp başkasını yaktıktan sonra kendisiyle meşgul olmaya başladığını sormuştu. 
Hazreti Ömer (r.a.): 
— Ya Abdurrahman, evvelki mum devletin hazinesinden alınmış mumdu. O yanarken şahsî işlerimle meşgul olsaydım Allah indinde mes'ul olurdum. Sizinle devlet işi konuşmayacağımız için kendi cebimden almış olduğum mumu yaktım ondan sonra sizinle meşgul olmaya başladım, deyince Abdurrahman bin Avf Hazretlerinin gözleri yaşarmıştı. 
Ellerini kaldırarak şöyle dua etti: 
— Ya Rabbi! Hattab oğlu Ömer'i bizim başımızdan eksik etme! 
Devlet hazinesini har vurup - harman savuranlara ne güzel bir numune-i imtisal değil mi?... 

15 Ocak 2014 Çarşamba

DEMİR BİLE ERİR AMA...


ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ali Demir'i tebrik etmek lazım... Gerçekten TEBRİĞİ fazlasıyla hak ediyor... O ne yapsın (!) O kadar çok sınavda sorun çıkması, kopya çekilmesi, cevap anahtarının birilerinin yakınlarının eline geçmesi, yabancı dillerde hataların olması kadar doğal bir durum olamaz... Bu kadar çok sınav olursa hem de yabancı dil (!) olacağı bu... Kolay gelsin Sayın Demir... İşiniz gerçekten çok zor. Allah kolaylık ve zihin açıklığı versin... Size sorulan tüm cevapların doğru olmasını nasip etsin... Soyadınız gibi koltuğunuzda DEMİR gibi oturmayı, erimeyi göstermesin (!)

TOKAÇSPOR'DAN ROTASYON

Spor Toto veya Loto 2. Lig Beyaz Grup'ta öyle ya da böyle ter döken Tokaçspor'da kupa rotasyonu... Teknik direktör Şahin Bakan, Zirai Donatım Kupası'na çok farklı baktı ve önceliğin lig olduğuna ayak basarak Galata maçına bir çok as futbolcusunu almadı... Begovic, Cristianola, Ayraniç ve bir bardak su iç rotasyona uğradı... İstanbul'a getirilmeyen bu futbolcuların Yayla Tesisleri'nde çorba içtikleri ve ardından özel olarak çalıştırıldıkları öğrenildi... Bu arada şehir halkının maça büyük ilgi gösterdiği ve elma yüklü kamyonlarla İstanbul'a aktığı ifade edildi.. İYİ GEYİKLER. İYİ SEYİRLER... 

MESSİ'NİN KIYAFETİNİ GİYER MİSİNİZ?

Ballon d’Or ödül töreninde 1500 Euro’luk elbisesindeki renk seçimi çok eleştirilen Lionel Messi'nin bu kıyafeti giymesi karşılığı Dolce&Gabbana’dan 1 milyon Euro aldığı öğrenildi. Amaç tabii ki reklam ve ses getirmekti. Ve haliyle hedefe ulaşılmış görünüyor... Hürriyet de güzel bir anket yapmış... Anket ve sonuç aşağıda (Giymem diyenlerin oranı değil ama sayısı fazla... Ya paraları çok ya da o kadar karizmayı çizdirmem havasında. Nasıl bir karizmaysa... Haa bu arada bir de piyano verseler Messi Besen için "O Ronaldo'da gelmiş, hoş gelmişler efendim" diye güzel giderdi...) 

1 milyon Euro verseler bu elbiseyi giyer misiniz?

Evet giyerim seçeneği için anketimize verdiğiniz oy kaydedilmiştir.
Anketimize katıldığınız için teşekkür ederiz.

Hayır giymem
%7,0
Oy Sayısı: 460
Evet giyerim
%93,0
Oy Sayısı: 6149

14 Ocak 2014 Salı

BİLİM KADINI, TOPLUM İNSANI


HALET ÇAMBEL... 
1916'da Berlin'de dünyaya geliyor... Babası Almanya'da askeri ateşe görevinde bulunan Hasan Cemil Bey... Annesi Berlin Büyükelçisi'nin kızı Remziye Hanım... Halet Çambel, yurt dışında arkeoloji eğitimi görmüş. Atatürk'ün emri ile başlatılan Hitit tarihi araştırmalarında Çorum Hattuşaş'da binlerce tabletin ortaya çıkmasında önemli rol almış... Prof. Dr. Çambel, 1946'da Osmaniye'nin Kadirli İlçesi sınırlarındaki Karatepe Höyüğü kazısını başlatmış ömrünü bu hoyüğe adamış. Eşi Nail Çakırhan da bu kazı bölgesinin restorasyonunda başarısı ile mimar olmadığı halde 'Ağa Han Mimarlık Ödülü'ne layık görülmüş. 67 yıldır eşi Nail Çakırhan ile birlikte bu höyükte yaşamış. Önce kulübe sonra iki odalı bir ev. Karatepe Höyüğü, Prof. Dr. Çambel'in girişimleri ile Türkiye'nin ilk açık hava müzesi olmuş, sonra da milli park ilan edilmiş. Kadirli'de adına yaptırılmış bir de okul bulunan Prof. Dr. Halet Çambel, höyük çevresindeki köylüleri eğitme ve kooperatifler kurdurma konusunda da uzun yıllar çalışmalar yapmış. İki yıl önce ayağı kırılan Prof. Dr. Çambel, Osmaniye'den daha çok İstanbul'daki evinde yaşamaya başlamış. Prof. Dr. Halet Çambel'e, Kültür ve Turizm Bakanlığı 2010 Yılı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü verilmiş. Arkeoloji alanında yaptıkları çalışmalar ve arkeoloji bilimine üstün katkılarından dolayı Prof. Dr. Nimet Özgüç ile birlikte ödüle layık görülen Prof. Dr. Çambel, ödülünü Şubat 2011'de almış. Ve o Halet Çambel İstanbul'da yaşamını yitirmiş... Prof. Dr. Halet Çambel, Suat Aşeni Fetgeri ile birlikte 1936 Berlin Olimpiyatları’nda Türkiye’yi temsil ederek, Olimpiyatlara katılan ilk Türk kadın sporcular da olmuşlar.
TV'de hayatını dinledim ve bizim o yörelerde yaşayan bilim insanını yeni öğrendiğimde utandım... ALLAH RAHMET EYLESİN... Prof. Dr. Halet Çambel için salı günü saat 10.00'da Boğaziçi Üniversitesi'nde tören yapılacak, çarşamba günü de Muğla'daki köylerinde 2008 yılında vefat eden eşi Nail Çakırhan'ın yanına defnedilecek. ONUNKİ DE HAYAT BİZİMKİ DE... Bir onların yaptıklarına bakın bir de bizim hayata... Hay ben böyle hayatın...

YAŞAR KEMAL'İN KALEMİNDEN HALET ÇAMBEL
Halet Çambel’i anlatmak zordur. Onu derinlemesine anlamak zaman ister. Ben onu biliyordum. Kim olduğunu Arif Dino’dan öğrenmiştim. Halet Çambel, Nazım Hikmet’in, onunla birlikte şiir kitapları yazdığı genç bir şairle evlenmişti. Genç şair Nazım Hikmet’le hapishanedeydi. 
Halet, Toroslarda bir Hitit kalesi bulmuştu. O kaleyi ona bizim ilkokul öğretmenimiz Ekrem Bey göstermişti. Halet atına binip Kadirli’ye gelip gidiyordu. Bir keresinde karşılaştık, atını tuttu bana bankayı sordu. Önüne düşüp onu bankaya götürdüm. Atını bağlayacak yer uzaktı, atı ben tuttum. Biraz sonra döndü, atı aldı çekmeye başladı. 
“Sen burada ne yapıyorsun? “ dedi. 
“Öğretmen vekilliği yaptım Bahçe köyünde, sizin Hitite çok yakın, o yere düşmüş rüzgar heykeli mi ne, oralarda öğrencilerimle çiğdem soğanı çıkarıyor, Cumartesi Pazar çiğdem soğanını sütle pişiriyor, öğrencilerimle yiyoruz. Böylelikle öğrencilerim hastalanmıyor.” 
“Başka?” 
“Başka şiir, hikaye, roman yazarım” 
“Başka?” 
“Ağıtlar, destanlar, Karacaoğlan, Dadaloğlu toplarım. Arif Beyle, Abidin Beyle çalışmalarımı çok severim. Onlar sizi de, kocanızı da çok severler. Nazım Hikmet’le kocanızın birlikte yazdığı kitabı Abidin Bey verdi bana.” 
“Ne yaptın sen?” 
“Okudum, kiseye de göstermedim. Öyle kitapları bizim evde saklamam, komşuda saklanır.” 
Tek başına atın üstünde gidip gelmesi o kadar iyi değildir, başına bir bela gelir. O kasabaya hiç olmazsa bir kişiyle gidip gelmeli. Böyle düşünerek onunla ben de, o atlı ben yaya dağa yürürdük. Biraz gittikten sonra o attan indi, atı bana verdi. 
“Ata birazda sen bin” dedi. 
“Ben binmem” dedim. 
“Öyleyse bende ata binmem” dedi. At, ben, o yürümeye başladık. Epeyce yürüdük. 
“Ben yürümeyi çok severim, sen ata bin” 
“Binemem” 
“Bineceksin” 
“Ben ata binecek olsam bizim evdeki taya biner seninle gelirdim. Çok güzel bir taydır. Sen ata binmezsen ben buradan kendi köyüme giderim. Kendi köyüme gitmesem de, öğretmenlik yaptığım Bahçe köyüne yarım saatte giderim.” 
Ben böyle konuşunca atladı ata bindi, “haydi yürü bakalım” dedi. Atı eşkin sürdü bana baktı, ben de at gibi eşkin gidiyordum. 
“Anladım. Atın başını çekerek yürüyüşü seviyor musun?” 
“Seviyorum” dedim. “Şu koca Toros dağlarında gitmedik yer, görmedik ter koymadım. Kadınlardan ağıtlar, aşıklardan destanlar, türküler, masallar topladım. Yürüyerek de yazacağım şiirleri, hikayeleri düşündüm, ezberledim, işte böyle…”
Çok çabuk vardık surların ötesine. Belki de saray surlarıydı bu surlar. 
Halet gülerek, “İş bittikten sonra burada bir saray göreceksiniz” dedi. “Binpınarlı Toroslarda saray olmaz da ne olur. İnsanlar gelip de burayı mekan edince saray kurmaz da ne yapar. 
Bundan sonra be çok geldim gittim. Gittikçe ortaya çıkıyordu saray, Toroslara yakışırcasına. Sonradan rüzgar heykelini de ayağa kaldırdı. Halet sevinç içindeydi, Toroslara uygun bir yeni dünya bulmuştu. 
Halet büyü bir ailedendi. Soyunda sadrazamlar vardı. Babası Kurtuluş Savaşına katılmış, büyük elçilik yapmış, Avrupa'da çok kalmıştı. Halet, Avrupa'da okumuştu da, İstanbul dilini de en güzel konuşanlardandı. 
Birkaç zaman sonra bir baktım Halet’in dili değişmiş, Halet Toros, Çukurova diliyle konuşuyordu. Sanki Toroslar'ın bir köyünde doğmuş büyümüş. Bir de baktım ki Halet bütün köylüleri Halet ablası olmuş. Durumu bozulan, başı belada olan kadınlar geliyorlar. O bölgenin en iyi insanı, en güvenilen insanı, en sevilen insanı. 
Arkeolojide hep toprak altına bakıyorlar. Bunun bir de üstü var. Genellikle arkeologlar toprakların üstlerini görmüyorlar. Halet toprağın üstünü bir insanın gücü yettiği kadar öğrendi, sevdi. Dünyayı anlamak, sevmek nasıl olmalıdır, öğrenmek isteyene onu da öğretti. 
Selçuklulardan bu yana kilim, halı bütün halkın işidir. Nasıl ekin ekiyorlarsa, koyunlara, keçilere, ineklere nasıl bakıyorlarsa kilime de halıya da böyle. Orta Asya'dan gelen Türkmenler kilimlerini de, halılarını da birlikte getirdiler. Kadın ustalar boyalarını da birlikte getirmişlerdi. Cumhuriyete kadar kadınlar kök boyalarını yapıyorlardı. Kendi kök boyalarını yapmayan kadınlar kök boyalarını o işn ustalarında alırlardı. 
Anilin boyalar az bir zamanda çabucak dökülür, kök boyalarsa sonuna kadar solmaz. Selçuklulardan kalan kilimler parça parça olsa da solmaz. Bunun için İran anilin boyayı yasaklamıştır. Bizde de Doğu Anadoluda kadınlarsici denilen otu bulmuşlar. Bu ot uzunca sarı bir ottur. Bu sarı otu önce kazanda kaynatırlar, suyun içinde belli belirsiz bir sarı kalır. O kazana anilin boyayla boyanmış yünleri teker teker atarlar. Bu yünlerle dokunmuş kilimler, halılar da hiç solmaz. 
Hitit sarayının karşısında Ceyhan’ın öte yanında Humarlı diye bir köy var, kıyısında da bir arslan heykeli. O arslan heykelini görmeye Ceyhanı yüzerek karşıya gittim. Humarlı’ya öğretmenlik yaptığım yıllarda orada bir aşığı görmeye birkaç kez gitmiştim. Bizim oralarda köylerin adı değişiyor, Humarlı'nın adı şimdi ne bilmiyorum. Orada da birkaç yaşlı kadın kilim dokuyordu, bunu gördüm. O bölgedeki köylerde kilim dokuyanlar vardı. 
Eskiden her evde birkaç kadın kilim, halı dokurdu. Cığcık köyünde aşağı yukarı her kız her kadın kilim dokurdu. Cığcıklılar anilin boya da kullanmazlar, kök boyalarını kendileri yaparlardı. Bir onların kilimlerinin nakışları Türkmen nakışları değildi. Onların yepyeni nakışları dillere destandı. Onların nakışları nerden geliyor kimse bilemiyordu. 
Yıllar sonra İstanbul’da bir kilim sergisi gördüm, Beyoğlu'nda. Ben kilim meraklısıydım. Beyoğlu'na geldim gittim, geldi geldi gittim. Bu kilimler kök boya kilimlerdi. Bu nereden çıkıyor onu da öğrendim. Bu da Halet Çambel’in eseriydi. 
Yer altını güne çıkarmak Halet’in büyük hüneriydi. Yer üstündeki insanlar da ondan yepyeni bir dünya öğreniyordu. Okuldan kaçan, gönderilmeyen kızları okula gönderiyordu. Halkın içinde o bir büyüydü. 
Kadirli’ye geldiği zaman beni aradı, onu buldum. Kadirli’de park gibi bir bahçe vardı. 
“Haydi orada oturalım, konuşalım” dedi. 
Parka gittik. 
“Billiyor musun”, dedi, “Nail hapishaneden çıktı.” 
“Biliyorum” dedim. 
“Nereden biliyorsun?” 
“Biliyordum. Onun hapishaneye girdiği günleri de biliyordum ya kimseye söylemiyordum. Sana da söylemedim.” 
“Nereden biliyorsun?” 
“Arif Dino söyledi” 
Gülerek “Amma bela adammışsın” dedi. “Hani bana hikaye okuyacaktın” 
O günlerde ‘Beyaz Pantolon’u yazmıştım, okudum. Güzelce dinledi, sevindim. 
“Çok güzel” dedi. “Kimseye okudun mu?” 
“Okumadım” 
“Arif Beye, Naile okusana” 
“Sonra, ötekileri yazınca okuyacağım”. 
“Ne bala çocuksun sen” dedi. “Nail’in hapsini de bana söylememiştin”. 

18 Ağustos 2011
 (Radikal)


DENİZLİ'DEN TERİM'E!

"Türk futbolunda en önemli teknik adamları sayınız?" diye bir soru sorsanız bir elin parmaklarını geçmez hatta bir eli tamamlamaz... Bu isimler de Fatih Terim, Mustafa Denizli ve Şenol Güneş'tir... Sonrasında yeni bir nesil gelmektedir ama önemli olan veri; SPORTİF BAŞARIDIR... Ne ilginçtir ki bu iki isim Fatih Terim ve Mustafa Denizli, "SÜPER" bir yarışa girmemiştir. İster buna kader ister tercih ve ister bilinçli hareket deyin ama sonuçta iki teknik adamı ligde tatlı ve sert bir rekabet halinde görmedik. Ve gelelim sıcak gelişmeye... Mustafa Denizli, Hürriyet Gazetesi'nden Ali Naci Küçük'e konuşmuş... İçerik sağlam... Fatih Terim'e de sağlam göndermeler var... Milli Takım'ın başına 3. kez geçen ve yenilikten reformdan, devrimden bahseden Fatih Hoca'ya Denizli'nin yanıtını özetlersek şöyle diyor: Fatih Terim Türk futbolunda devrim yapmaktan söz ediyor. Buna futbolumuzun ihtiyacı var mı? 

Türk futbolunun bir devrime ihtiyacı hocaya göre var ki, böyle bir şey söylüyor. Nerede devrim? Devrim böyle konuşma ile yapılan bir şey değil. Devrim bir değişimdir, devrim bir dönüşümdür. Yani, ortamdaki her şey memnun edici değildir. Mutlaka değişim, reform gerekir ama bunun kim tarafından yapılacağı önemlidir. “Türk futbolunun reforma ihtiyacı var” demek başka bir şey, “Türk futbolunun devrime ihtiyacı var” demek başka şey. Türk futbolunun reforma ihtiyacı olabilir ama bir devrime ihtiyacı yok. Türkiye’nin şu an böyle bir sorunu da yok. Hoca eğer devrimden bahsediyorsa, o devrim 80’lerin sonunda, 90’ların başında Türkiye’de gerçekleşmiştir. Yapılamazların, yapılabilmezlerin, yapılabilir olduğunu Türkiye yaşadı. Hoca, rönesans ve reformdan bahsediyor bana göre. O farklıdır. Onlara her zaman ihtiyaç vardır. Türk futbolu, 80’lerin sonundan, 90’ların ortasına kadarki süreçte düşünce devrimi yapmıştır. Hem kulüpler bazında hem de Milli Takım bazında bu gerçekleşmiştir. Onun için hocanın bahsettiği devrim değil. Ben onu reform olarak anladım. Devrim dediğiniz çok farklı bir şey. Bir fikrin, bir algının yenilenmesi ve onun üzerinde devam edilmesi. Reform ise yaşarken, bunlar yapılırken içerisindeki detayların değişmesi. O bir reformdur. Reform başlı başına her şeyin değişmesi değildir.      

NOT: Bu röportaj okunur... http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/25562464.asp

NOT2: Ya nacizane düşüncem... Bu önemli ve sayılı teknik adamlar neden bir araya gelip ülke futbolu adına bireysel çalışmadan ziyade toplu ve harmanlama bir zirve yapmazlar... Sen git olmadı, sen gel... Milli Takımı bile hoca geçen hanına çeviriyoruz ondan sonra da Dünya Kupası'nda tutacak başka ülkeler arıyoruz... HAYIRLI İŞLER... BOL GÜNEŞLER..

13 Ocak 2014 Pazartesi

DOĞRU SÖZE GANDHİ DENİR


KİM SÜNNET OLUYOR?

Gömülü resim için kalıcı bağlantı

EN BÜYÜK KİM?

Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Tabii ki tartışmasız Lionel Messi ancak geçen yılın sportif anlamdaki sonuçlarına bakılırsa Ronaldo sanki alır gibi görünüyor... Ribery'nin ise kusura bakmasın lobisi yok... Başarılı fakat taşralı izlenimi bırakıyor... Şehirli de yemiyor ve sevmiyor...

"AHLAK" HATASI

Olaylı Kasımpaşa-Beşiktaş maçı ile ilgili olarak TFF maçın tekrarı yönünde karar verdi... Kararda Beşiktaş Kulübü eski başkanı Yıldırım Demirören'in kararlı ve sert tutumunun etkili olduğu öne sürülüyor... Yani bir anlamda Demirören'in yıllardır kendisi için söylenen "YETER" sözünü bu kez Beşiktaş için söylediği belirtiliyor. Bu işin esprisi tabii...
Kasımpaşa tarafı ise ne ilginçtir ki resmi siteden manidar bir açıklama yapıyor... Şike sürecini çok iyi götürdüğünü düşündüğü için bu konuda kulüplerden TEŞEKKÜR bekleyen ancak iki kulübe ceza gelmesinin ardından golf turnuvasına kaçan (!) Türk futbolunun patronuna o teşekkür daha yeni geldi... Kasımpaşa Demirören'e Beşiktaş ve Türk futboluna yaptığı hizmetlerden dolayı teşekkürlerini sundu... Çok sert ve net bir göndermeydi...
Maçla ilgili düşüncem: Ben kural hatası, hakem hatası bilemem onu TFF'deki değerli hukukçularımız (!) ve bilirkişilerimiz değerlendirsin ama bana göre bu maçta AHLAK HATASI vardı... Bir çok karar için YETERLİ değil mi!

KİMİN KADERİ!


Van'da Kader, 12'sinde onu evli yapmış, 13'ünde çocuk sahibi olmuş ve 14'ünde ikinci çocuğunu erken doğum sonrası kaybetmiş... Ve Kader ölü bulunmuş... Kimse buna KADER deyip geçiştiremez... Gerçi bu Doğu'daki kızlarının Kaderinin görünen ve öldürülen yüzü... Ya bilinmeyenler...

4 Ocak 2014 Cumartesi

GÜNDEM VE ÇOBAN!


Mecazi anlamda kan gövdeyi götürüyor...
Deyim yerindeyse yer yerinden oynamış...
TV'lerde bir son dakika telaşı, canlı yayın bağlantısı hesabı... Dolmabahçe'de trafik...
Yerinden bildireni mi dersiniz, "İşte kaza burada oldu" tarzı haber verenini mi!
Dedim ya... Yer yerinden oynuyor...
Dost bildikleriniz birbirini yiyor...
Yasama, yürütme, yargı kağıt üzerinde bağımsız gibi ama birbirine girmiş görünüyor...
Herkes bir hesap, kitap derdinde...
İnce mesajlar, tehditler, kavgalar...
Senin, benim, onun ve bunun adamları...
Yandaşı, candaşı...
Suya sabuna dokunmak istemeyeni...
Reyting ve haliyle para uğruna diziler birbirini kovalıyor...
O ses Türkiye, Yetenek bizi izlerseniz sizsiniz avutmaları...
Aslında iki kelimelik tek bir ses var... PARALI ve GÜÇLÜ...
İşte tüm bunlar olurken olan bitenden habersiz birileri var... Onlar Türkiye'de yaşıyorlar... Olan bitenden haberleri yok. Kafaları bunlarla meşgul değil... Kavga, gürüldü, kredi, para, pul, ayakkabı, dolar indi çıktı, altın parladı, söndü... Yok bunların hiçbiriyle işi yok... Gerçekten yok...
Onların aklında ve düşüncesinde kariyer, yeni bir iş ve aşk da yok... Kim mi bunlar?
TAMAMEN DOĞAL YAŞAYAN, DOĞAL BESLENEN BULDUĞUNU YİYEN ONUN BUNUN İŞİNDE, MALINDA VE PARASINDA GÖZÜ OLMAYAN, TV'DEN DİZİLERDEN VE SANAL DÜNYADAN HABERSİZ ÇOBANLAR... 
Hani birileri aşağılanmak istenir ya... "10 tane koyun güdemez" diye...
Tekrar düşünmeli...
Acaba kimin hayatı ve yaşamı daha doğru...
ÇOBAN OLMAK VARDI...
İsterseniz soralım:
17 Aralık olayından haberiniz var mı? Gözaltılar, yolsuzluklar... Cemaat, hükümet...
CEVAP: O nedir looooo! (Gerçi onlar cümlelerinde ünlem kullanmazlar... Ekonomiktirler)... Benim 30 tene davarım var... Sabah sağlam, akşam da sağlamsa k.... gerisine...


İKİ KAHRAMANIN İNANILMAZ ÖYKÜSÜ



Yıl 1912... 
İngilizler Hindistan'ı işgal eder, Hindistan Kralı Osmanlı'dan yardım ister. 
Yıllardır savaş içinde olan Osmanlı bu yardımı karşılıksız bırakmamakla birlikte 350 kişilik bir askeri birliği gemiyle 
Hindistan'a gönderir.... 
350 kişilik birlikten 20 kadarı hastalıktan yolda şehit olur, kalan 330 Osmanlı askeri Hindistan'a çıkarlar ve İngilizlerle savaşmaya başlarlar.
Mühimmat açısından kısıtlı olan Osmanlı askerleri birkaç günlük mücadeleden sonra teknolojik donanıma sahip İngiliz askerleri karşısında yenik düşerler ve 40 kadarı esir alınır, diğerleri de savaşta şehit olurlar. 

Savaş bittikten sonra bu 40 Osmanlı esir askerini, İngilizler gemilerde çalıştırmaya başlarlar. 
Bir İngiliz gemisi Avustralya'ya geldiğinde, esir iki Osmanlı askeri gemiden bir yolunu bulup kaçarlar. 
Bir süre sonra, adı Karadeniz diyarından Menteşoğlu Abdullah olan, baba mesleği dondurmacılığa, Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet de baba mesleği kasaplığa başlar. 
1915' de Avustralya Çanakkale'ye asker çıkarır ve bizim iki Osmanlı askeri olayı duyarlar ve hemen buluşur, durum değerlendirmesi yaparlar. 
Biz Osmanlı askeriyiz ve Avustralya'da yaşıyoruz. Avustralya devleti Osmanlıya savaş açmış ve bizim ülkemizi işgale gitmiş, bundan dolayı biz de Avustralya devletine savaş açalım derler. Alırlar kağıdı, kalemi ve yazarlar; 
Sayın Avustralya Başkanı, Ekselans Hazretleri, 
Biz iki Osmanlı askeri, ülkenizde bulunuyoruz. Duyduk ki, devletimiz Osmanlıya Avustralya devleti olarak savaş açmış ve Çanakkale'ye asker göndermişsiniz. Bundan dolayı iki Osmanlı askeri olarak biz de Avustralya devletine savaş açmış bulunmaktayız.
Bu bir "Osmanlı Savaş Fermanı"dır.
Ekselanslarının bilgilerine duyurulur. 

-Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet, 
-Karadeniz diyarından Menteşoğlu Abdullah 
İki Osmanlı askeri, Sidney' in 250 km uzağında Karlıdağlar denilen bölgede önce virajlarda tren raylarını sökerek 3 tren devirirler. Üçüncü trende askeri mühimmat bularak silahlanırlar. Aynı bölgede 8 karakol basar ve karakollardaki askerlerin tamamını vururlar. Ne olduğunu bir türlü çözemeyen Avustralya devletinin sonunda iki 
Osmanlı askerinin yazmış olduğu mektup akıllarına gelir ve bölgeye 250 kadar asker gönderirler ve iki Osmanlı askeri araştırılmaya başlanır. Birkaç günlük araştırmadan sonra sıcak çatışma olur. İki Osmanlı askeri bu karlı dağlarda Şehit edilir. 
İki askerin Şu an mezarı Sidney'e 250 km uzakta Karlıdaglar'da ve mezarlarında fotoğraf çekmek yasak. Avustralyalılar iki Osmanlı askeriyle savaştık demek zorlarına gittiği için bu askerlerimize Hindistan asıllı diyorlar. Oysa Hindistan'da ne Karahisar diyarı, ne de Karadeniz diyarı diye bir bölge yok... 
NOT: Bu bilgi Hindistan Büyükelçiliğinin açıklamasından çıkarılmıştır.

KAYNAK: İLGİNÇ TARİHİ BİLGİLER

SİFTAH SİZDEN, BEREKET...


OSMANLI - BAKKAL DÜKKANI VE SİFTAH
Bir sabah bir kişi bakkal dükkanına giriyor ve raftaki bir şeyi istiyor. Bakkal diyor ki:
-Satılık değil. Size onu veremem.
Adam diyor ki:
-Satılık olmaz mı? Burası bakkal dükkanı değil mi?
-Evet, burası bakkal dükkanı. Ama şu karşıdaki dükkandan alırsanız beni çok mutlu edersiniz.
-Neden?
-Çünkü ben bugün siftah yaptım. Ama oradaki kardeşimiz henüz yapmadı. Sizden ona bir iyilik yapmanızı rica edebilir miyim? Oraya gidip oradan alış veriş yapın lütfen.

KAYNAK: İlginç tarihi bilgiler...

"ETİK" BİR AÇIKLAMA (!)

Medya Etik Konseyi, 17 Aralık'ta yaşanan olaylarla ilgili olarak medya kuruluşlarını ve köşe yazarlarını etik kurallara uygun davranmaya çağır-MIŞ. Medya Etik Konseyi Başkanı Halit Esendir konuyla ilgili olarak şu açıklamayı yap-MIŞ:
"17 Aralık’tan bugüne kadar yaşadığımız olağanüstü şartlar sebebiyle; gazete, tv, dergi, radyo, haber ajansı, internet ve sosyal medyayı kullanan gazeteciler dahil olmak üzere, tüm medyada, basın meslek ve etik ilkelerine uymayan haber, yorum, köşe yazısı, açık oturum ve röportajlar yayınlanmıştır. Yargının yaptığı soruşturmalarda gizliliği ihlal edecek tarzda ve soruşturmalar tamamlanmadan atlatma haberlerin yazılması, haberlerde soruşturma safhasında masumiyet karinesi gözetilmeden sanıklar hakkında suçlayıcı ifadelere yer verilmesi, basın meslek ve etik ilkelerine kesinlikle aykırıdır. Basın mensupları ve medyanın kendisini yargı yerine koyması meslek etiği açısından kabul edilemez. Bazı basın yayın organlarında, açıklama ve demeçlerin aşırı taraflı olarak verilmesi de  gazetecilik etiği ile bağdaşmamaktadır.
Medyanın olayları halka duyurma görevi sırasında birbirini itham eden, basın meslek ve  etik ilkelere uymayan, tek taraflı ve suçlayıcı haberler yapması; etik ilkeleri hiçe sayması kabul edilemez. Özellikle gazete manşetlerinde ve köşe yazarlarının duyumlara dayalı, suçlayıcı, iftira ve hakaret içeren yazı ve yorumlarda bulunmaları, meslek itibarını zedelemekte, toplum nezdinde medya ve yazarlara karşı güven kaybına sebebiyet vermektedir. 
Tüm medya kuruluşları ve yazarlarını bu tür ihtilaflı konularda yazacakları haber ve yorumlarında mesleğin itibarını zedeleyen taraflı ve suçlayıcı yayınlardan kaçınmaya ve sağduyuya davet ediyoruz. 
Haber verilirken topluma karşı duyarlı yayınlar yapmayı esas alarak, ülke menfaatlerinin göz önünde bulundurulması, basın meslek ve etik ilkelere uygun hareket edilmesi tek dileğimdir."
ÇOK GÜZEL KALEME ALINMIŞ GÜZEL AÇIKLAMA... OLMASI GEREKENLERİ YAZIYOR... PEKİ ADAMA SORMAZLAR MI? İŞTE SORDULAR: ŞİMDİYE KADAR NEREDEYDİNİZ... YENİ Mİ ETİK OLDUNUZ? NE TETİK İŞLERİ OLDU O ZAMAN NEREDEYDİNİZ...