29 Aralık 2008 Pazartesi

ISSIZ AdaM

Aslında film anlatmayı sevmiyorum, izlemeyi tavsiye ediyorum. İşte Issız Adam da onlardan birisi... Her ne kadar genel anlamda eleştirilecek konu çok olsa da genel anlamda çok güzel ve etkileyici bir duygusal yapıt. Tıpkı Babam ve Oğlum'da olduğu gibi. Yine Türk insanının duygusal yapısı fazlasıyla yakalanmış ama dozunda bırakılmış. Erkek genellemesi bazında çok basite indirgenmiş ve duygusuz ve sadece cinsellik ön planda tutulmuş. Belli bir amaç seçilmiş, ve "Hepiniz böylesiniz" düşüncesindeki acılı bayanlara fazlasıyla prim verilmiş. Bu kadar abartılmamalı ve bence biraz sonda yüklenen duygusallığın temeline veya psikopat olmasına neden olan sebeblere inilse daha güzel olabilirdi. Haaa burada tabii şunu da unutmamak gerek: Herşeyi ben verirsem siz (izleyici) düşünmezsiniz mantığı da olabilir. Saygı duyulmalı...
Fazla dozdaki Taksim'in insan hayatını nasıl sıradanlaştırdığı, duygusuz bir hayvani varlığa dönüştürdüğü çok güzel anlatılmış... Ancak bunu kırmak için Beyoğlu Denizi'ne bir de ADA empoze edilmiş. Bu ADA aslında herkesin demir atmak istediği ve ömürlük bir hayatın son bulacağı bir ADA. Eğlence okyanusunda boğulan birisinin sığınabileceği, tutunabileceği ve kulaç atmayı bırakabileceği çok güzel bir olanak. Bu olanağın farkına varılıyor ve dünyası haline getirdiği cinsel amacı uğruna mücadele veriliyor... Buna rağmen Ada'nın verdiği çok güzel bir mesajla kıymeti anlamış görünüyor ama MAVİ TELAŞ'ı önce MAVİ sonra da TELAŞSIZ görmek isteyen bir kişilik bir anda TELAŞ'ı tercih edip ADA'yı haklı çıkarıyor...
Ancak sonrasında koca bir okyanusta bulunması çok zor olan bu ADA'nın kıymeti maalesef en güzel mevsiminde bilinmiyor...
İşin garip yani para, pul sahibi olmanın değil duygulu bir insan olmanın önemi vurgulanıyor... Aileyle bağları kopmuş, bir tane arkadaşının telefon açmadığı veya bir arkadaşının bile olmadığının hissettirilmesi sanırım ISSIZ ADAM başlığını açmak adına yapılan bir yalnızlaştırma olsa gerek. O kadar derine inilirse herkesin kendi çapında bir yalnızlığı iç dünyası vardır...
Bir erkek olarak ALPler'den bir ER'i savunmak bana düşmez (savunmayı da istemem) ama o insanı bu duruma getiren nedenler de biraz irdelense sondaki gözyaşları boşa akmazdı sanırım...
Anlatmıcam dedim ama fazlasıyla abarttım. İzlemeyenlerden özür dilerim...
Sonunu da şöyle bağlayayım: HAYAT DENİZİNDE ALLAH HERKESE BİR ADA NASİP ETSİN... AMA KIYMET BİLENLERE...

19 Aralık 2008 Cuma

ÖZÜR Dİ-LE-Mİ-YO-RUM

Özür dilemek... Basit anlamıyla bir insanın hatasını kabul etmesi anlamına gelir... Şimdi bizim toplum veya sözüm ona, AYDINLAR (!) yıllardır vicdan azabı çektikleri bir konuda ÖZÜR DİLEME kampanyası başlattı... Ne gariptir ki bu bireysellikle başlayıp binleri buldu... Tabii ki bireylerin duygu ve düşünceleri kendilerini bağlar... Tıpkı her olay ve durumda olduğu gibi... Tarih dendiği zaman aklıma "olayları gerçekleştiği zaman dilimine ve o günün şartlarına göre değerlendirmek gerektiği" düşüncesi geliyor... Tarihi bilginin yanı sıra birebir yaşananlar da tarihi bilgilerle daha da bir anlam kazanıyor ve somutlaşabiliyor. Ortaokulda başlayıp lisede de birebir katıldığım bir törenimiz vardı. Nice yıllara... Bu sene 88. kutlandı. 28 Mart 1920... Doğup büyüdüğüm yerin yani Düziçi'nin Kurtuluş Bayramı... Kime karşı... Görüntüde Fransızlar'a ama içlerinde Fransız askeri kıyafetini giymiş destekçisi bir grup Ermeniler'e karşı... Kurtuluş Bayramı'nda canlandırılan olay ise şöyle: Kadınlar evin önünde imece usulü ekmek (Yufka... Bu genelde 15-20 günlük toptan yapılır) yapıyor... Bu sırada Fransız ve Ermeniler ekmek yapan Türk kadınlarımıza baskın düzenliyor. Tacizde bulunuyor ve bazılarını öldürüyor. Bu sırada küçük bir çocuk baskını görüp dedelerimizin dedelerine (Çete) haber veriyor... Ve Fransızlar'ın yiyecek ekmek yapan kadınlarına yapılan haince saldırıya karşılık verilip Düziçi düşman işgalinden kurtarılıyor... Bir hatırlatma yapayım. Nenelerimiz çocuklarına kızdığında kullandığı kelime dikkatinizi çekerim "Fransız" değildir "Ermeni senidir." Neden İngiliz veya İtalyan değildir de sinir olunduğunda beddua eder gibi "Ermeni" denir. Her şeyin cevabını veriyor. Bu kulaktan duyma şeyler değildir birebir yaşanmış olaylardır. Ha yeni nesilde, anamda veya babamda kızma sözü olarak "Ermeni" kelimesini duyamazsınız. Çünkü bu bugünlerin veya yarınların sorunu değildir. Geçmişte yıllarca bizimle birlikte yaşayan ancak sonra Fransızlar'la birlik olup kalleşçe arkadan vuran düşman kuvvetlerinin eseridir. Şimdi hak arama olayındalar. Hak aramak güzel bir şeydir ama neden bir İngiltere şimdi "imza kampanyası" düzenleyip biz zamanında Türkler'i öldürdük, İstanbul'u işgal ettik, ülkeyi parçalamaya çalıştık demiyor... Neymiş soy-kırım... Ne soy-kırımı... Neyin soy-kırımı. Sen birarada yaşadığın insanlara ihanet edip onları arkadan vurmaya çalışırken bir şey yok ben kendimi korumaya çalışırken var... Bu nasıl bir zihniyettir ve günümüzde bunun adı vicdani sorumluluk haline getirilir...
Asıl tehlike... Bireylerle başlayıp toplumsal hale gelen dejenere bir millet olmaktan geçmektedir... Zamanında bir grup Ermeniler'i kullananlar gizli ama açık güçler, şimdi masa başı oyunlarla toplumu bölmeye çalışmaktadır. Kutup bölgesinde olmamasına rağmen kutuplaşmaya müsait ülkemize yeni bir başlık sunup bölücülük yaratılmaktadır...
Benim İstanbul'da bir Ermeni arkadaşım oldu. Ne geçmişi değerlendirdik ne düşmanlık yarattık ne bir ÖZÜR diledik. Aksine güzel paylaşımlarımız ve anılarımız oldu. Birileri şunu söyleyebilir... Yaşandı bitti saygısızca aldatmanın tadına varınca parçası "Aydınlar" ülkesinin dillerinden düşüremediği bir nakarat olabilir aslında... Ama bunun adı aydınlıksa karanlıkta kalmayı tercih ederim... Temellerimizin atan ve bugünlerimizi bizlere yaşatan insanların kemiklerini ÖZÜR DİLEYEREK sızlatmaktansa ruhlarına daha fazla FATİHA okumayı tercih ederim...
Bu benim savaş taraftarı olduğum anlamına gelmesin. Fazla uzağa gitmeye gerek yok... Bu AYDINLAR, komşumuzda binlerce kilometre uzaktan gelen ABD, Irak'ta küçük çocukları öldürürken SESSİZ KALMA kelimeleri daha lugatımıza girmediği için mi kampanya yapamamıştı... Oysa geçmişe değil ama buna müdahale edip en azından masum insanları kurtarma şansı varken...
Demokrat bir insan olduğumu düşünüyorum ama olayın içine VATAN, MİLLET (Hele hele her metrekaresinde atalarımızın dedelerimizin kanının olduğu topraklarda) girince kusura bakmayın demokratik olamayacağım. Özür dilemenin vicdan olduğunu belirtenlere de dilemeyerek vicdansız olmayı tercih edeceğim... Ülke ve vatan için demokratik olduğunu düşünen bireylerin ne ülkesi ne vatana ne de milleti vardır... Bence varsa yoksa küresel krizin yaşandığı bugünlerde kapitalist düzenin söz sahibi haline getirdiği görünürde VİCDANLI (!) bireylerdir...
Evet biraz düşüncenize karşı saygısızlık yapmış olabilirim ama özür nasıl bireyin kendi düşüncesiyse bu da benim kendi düşüncem... ÖZÜR Dİ-LE-Mİ-YO-RUM... Hadi buyrun bir özür de bu yazı için dileyin ve "Karanlık birinin zırvalaması deyin"

17 Aralık 2008 Çarşamba

KEBAP FESTİVALİ

Bir Adanalı olarak belki klişe kaçacak ama "Adanalıyık, Allah'ın adamıyık" tekerlemesiyle başlayayım olaya. Belki biraz sonra önereceğim fikri biraz basite indirgiyor olabilir ama doğal olmak en güzeli düşüncesiyle mevcut veya yerel seçimler sonrası mevcut olarak Adana Büyükşehir Belediye Başkanı'na bir çağrıda bulunmak istiyorum... Haddime mi? Evet düşünce özgürlüğü çerçevesinde haddime!
Önerim daha iyi bir Adana ve daha iyi bir tanıtım adına... Dışarıdan fazla göç alan ve bu nedenle özellikle adli vakaların en fazla olduğu il olarak ön planda tutulan güzel şehrimizin iyi yönlerinin de gösterilmesi ve tanıtım konusunda eksiklik olduğu düşüncesindeyim. Adana'ya mal olmuş kebabından şalgamına ve yer fıstığına kadar bir çok yerli malı ürünlerine daha iyi pazar yaratabilir ve bunu sosyal bir birlikteliğe dönüştürebilir. Bilindiği üzre Adana'da her yıl Altın Koza Film Festivali yapılır. Ahmed Arif'in "Türkü söylemek, küfretmek Çukurova yiğidine mahsustur" yakışır sözü gerçek olsa da biz Türkü söylemek kısmını alabiliriz...
Sanatçısı, popçusu, topçusu ve ünlüsü çok olan bu memleketimiz için büyük bir tanıtım yapacağı KEBAP FESTİVALİ'ni daha organize daha kapsamlı hale getirmez... Adana Ticaret Odası bu eksikliği görüp festival bağlamında adımı atmış ancak fazla ses getirdiği düşüncesinde değilim... Kebap Festivali bence Altın Koza Film Festivali öncesinde gerçekleşirse şehrin vitrini ve tanıtımı, sosyalliği açısından büyük bir reklam potansiyeline kavuşur... Gerçi kebabımızın reklama ihtiyacı yok ama iki gün boyunca düzenlenecek olan bir organizasyonla şehir dışında bulunan Adanalılar'ı, Film Festivaline gelen ünlü konukları kaynaştırma ve tanıtma anlamında büyük bir katkı yapacağı düşüncesindeyim... Hatta bu organizasyon için belli bir mekan düzenlenip giriş belli bir ücret dahilinde olabilir... Adanalı sanatçıların da sahne alacağı bu özel günler konserlerle, panellerle ve yöretime özgü oyunlarla daha bir anlamlı ve güzel hale gelebilir diye düşünüyorum... Mesela bu konuda Milli Takımlar Teknik Direktörü Fatih Terim'in öncülük edeceğinden hiç kuşkum yok... Ayrıca küçük bir meblag ile girişinin ücretli yapılabileceği bu organizasyondan elde edilecek gelirin eğitime veya Adana'da yaptırılacak yeni bir okul temeline gidebileceği kanısındayım...
NOT: Değerli ağabeyim Mustafa Donbaloğlu (Adana'da yaşıyor) Kebap Festivali'nin Altın Koza Film Festivali'nin bir parçası haline getirebileceğini söyledi. Ya açılışın ya kapanışın Kebap Festivali ile daha bir anlam kazanacağını ifade etti. Evet bu daha mantıklı sanırım... Teşekkürler abi...

16 Aralık 2008 Salı

MİNİ GÜLDEN :)

Yaklaşık 15 gün önce Gülden cip aldı... Öncesinde de ehliyet. Ancak şoförlüğü konusunda yakın arkadaş çevresi olarak bizlerin endişeleri vardı. Öncesinde zırhlı bir kamyonla trafiğe girmesinin daha doğru olacağını düşünüyorduk ama o yollara hızlı bir giriş yaptı. Bundan kime ne? Evet tanımayanlar için kimene belki ama Gülden'le öyle bir anı yaşadık ki daha önce böyle böyle bir şey olacak deseler ilk yarı 1 ikinci yarı bir olur diye iddiaya girerdim sanırım :))) Neyse olaya gelelim. Gülden arabayı aldı ve sağolsun sürekli birşeyler yapalım gezelim havasında... Neyse bir gece Gülden telefonla aradı. Bu arada trafikte alan kaplamamak için cipi değil kardeşinin olan mini cooper'ı tercih ediyor şu anda. Eve dönmeden önce gece 12'yi geçmişti beni aradı. "Napıyorsun" diye... Evde olduğumu ve gelebileceğini söyledim... Neyse tarifle hatırladığı kadarıyla 5 dakikalık mesafeyi yarım saate yakın bir sürede gelebildi. Sanırım mini cooper'ın yanında yürüdü :))) Ben de eşofmanlarımla dışarıya çıktım... Neyse yanına bindim ama şaşkın ve biraz da trafik işkencesine maruz kalmış bir haldeydi. Park yeri arıyoruz benim evin yakınlarında... Döndük dolaştık ekonomik kriz varya (!), bir tane boş yer yok. Gülden de eve gitmek istiyor ama tek başına gitmekten çekiniyor. Bana "Sen yanımda olursan gidebiliriz" dedi. Bu cümlede Gülden açısından çok önemli bir mevzuu vardı. Kendi getirdiği arabasıyla eve dönmesi onun kendine olan güveninin artması ve trafikle ilgili üzerindeki olumsuz psikolojiyi atlatması anlamına geliyordu. İlk etapta yok filan dedim sonra kahve içmek istedik. Gecenin bir yarısı her yer kapalı. Sağa sola girdik ve E-5'e çıktık.
İstikamet Şişli'den Avcılar... Ara ara sağımızdan solumuzdan markajlara uğruyoruz... Neyse Gülden o kadar saygılı ki herkese yol veriyor :)). Kamyoncuların psikolojisini anlamak için biz de dedik sağdan gidelim. Sağ tarafı parselleye parselleye 40'ı geçmeden gidiyoruz ama bir yandan da mini cooper'a ayıp oluyor... Arabanın hakkını vermek anlamında... Neyse Gülden sigara üstüne sigara yakıyor, yavaş yavaş yol alıyoruz... Ben dikiz aynanın sesli modunda sağ serbest durumları :))) İnsanlar kornayla tepki veriyor ama bilmiyorlar ki bu yollara yeni düştü.... Bir yandan gülüyoruz bir yandan da açıkcası o da ben de kasılıyoruz ama bunu dışarıya vurmuyoruz... Tek rakibimiz olan yolları yeneceğiz ya... Avcılar'a yaklaşıyoruz ve Gülden sağdan sıkıldım en azından ortaya geçsek durumlarındayım. Ve Gülden orta şeritte... Km hızı 100'e yaklaşıyor, beni şaşırtıyor... İyi de gidiyor... Sağsalim Avcılar'dayız. Çaktırmadan ikimiz de derin bir "oh" çeker gibi... Sonra park problemimiz olduğu için bir cafe buluyoruz ve kahve içeceğiz. Kapıda kahya karşılıyor... Park etmesi için acemi olduğumuzu hissettirmeden anahtarı ona veriyoruz :))) Gülden mutlu, endişelerini kırmış vaziyette... Sonra evlerinin önüne geliyoruz park yeri arıyoruz... Normalde var ama biz yerimiz geniş olsun istiyoruz... Bir yer buluyoruz. Sağ yap sol yap yaklaşık 10 dakikalık prova sonrası arabayı park ediyoruz. Biraz daha hafif olsa kaldırıp koyacağız ama zor :)))
Evet Gülden ilk eve dönüşünü başarıyla gerçekleştiriyor... Bu arada saat 02.00 filan... Ben evime dönücem taksi arıyorum. Hakkını yemeyeyim eşofmanlı çıktığım için ve üzerime bir tek evin anahtarını aldığım için taksi parası Gülden'den... Neyse gecenin bir yarısı taksi arıyorum Avcılar'da... Bir süre yürüdükten sonra bir taksi buluyorum. Gündüz Şişli diyorum. Taksici şaşkın bir vaziyette. Tekrar soruyor "Neresi?" diye... Anlaşıyoruz ve üzerimde 40 YTL olduğunu ve fazla tutarsa veremeyeceğimi söylüyorum. "Ok" deniyor ama taksicideki yağlı müşteri sevincini ve bu saatte bu ne geziyor burada düşüncesini de mimiklerinden okuyabiliyorum...

SONUÇ: Şaka gibi...

15 Aralık 2008 Pazartesi

DÜNÜN ÇOCUKLARI

Geçen gün gecenin bir yarısı. Sabah etmeme daha var ve TV'de takılıyorum... Son dönemlerde kısır döngüye ve yüzeysellikten öteye bir şey göremediğim TV'de ne gariptir ki güzel bir film izletiyor bana hayat... TRT-1... Durağan mı durağan başlıyor... Ancak rüyalar ilgi çekici hale geliyor... Hele ezilmiş ve sürekli dışlanan anne olaya gizem katıyor ve film beni bağlıyor... İyi ki bağlıyor... İzlemediğim bir filmin anlatılmasını sevmediğim için fazla detaya girip anlatmaktansa mutlaka ama mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum... Her ne kadar biraz din vurgusu yapılsa da onu görmeden güzel bir duygusal yapıt diyebilirim... Ağlamayanların soğan doğramasını tavsiye ederim... :)) İyi seyirler...

8 Aralık 2008 Pazartesi

NOSTALJİ

Her yörede kurban kesimi genelde aynıdır belki ama kendi yöreme göre çocukluğumdan bugüne kadar geçen Kurban Bayramı'nı anlatayım... Osmaniye'nin Düziçi ilçesinde Kurban Bayramı nasıl geçer? Bir kaç gün öncesinde bıçaklar ve et keserleri bileylenmesi için demirciye verilir... Genelde de bir tane veya iki tane iyi bıçak alınır... Bayram günü sabah erkekler kalkar önce bayram namazına gider... Küçük çocuklar için alınan bayramlıklar bir gün öncesinden yatağın kenarına konulduğu için sabah o giyilir. Onun mutluluğu ayrıdır. Yetişkinler ise gündelik kıyafetini giyer. Camiden çıkışta bayramlaşmalar başlar... Şeker ve sıcak pide alınır eve gelinir. Hemen ailenin diğer bireyleriyle bayramlaşma töreni ve kahvaltı yapılır. Yol boyunca konu komşu bahçede kurban tezgahını hazırlamış, mangallar yanmaya başlamıştır... Kasap olayı yoktur. Zenginler uğraşmamak için kasap çağırır ama bizde ise o gün için herkes kesim işlemi yapıldıktan sonra kasap kesilir... Bu konuda yıllardır "Kurban"larımızı kesen Hüseyin Emmi vardır... Ev ev dolaşır ve herkesin kurbanını o keser. Bir dönem abim "Ben de keserim" dedi ve kulağı bir tarafta kafası bir tarafta kaldı kurbanlığın ama o da öğrendi şimdi işi. Kesim öncesinde bahçede ateş yanmıştır... Bir an önce et yemek için...
Kurbanlık genelde küçükbaş hayvandır... Koyundan ziyade koç tercih edilir... Öncelikle anam son istek gibi kurbanlığa yiyecek bir şeyler ve suyunu vermiştir... Eski kıyafetlerimizi giyer korumalığa geçeriz. Herkes hayvanın bir tarafından tutar. Kanı için küçük bir çukur kazılır. Ayakları bağlanır ve hayvan yatırılır. Buna fazla girmeyeyim. Kesim töreni sonrası hayvan ayaklarından bahçedeki ağacın dalına asılır... Sonra ailenin büyükleri bıçakları eline alıp bir sağdan bir soldan girer. Her seferinde deri kesilir bir şekilde... Bir an önce bitirmek adına acele edilir ve birisi birinin elini küçük çaplı olarak kazaya kurban eder... Neyse kesim töreni biter ve mangalın başına geçilir... Etler parça parça edilir dolaba kaldırılır. Ailenin küçük eli ayağı olan çocuğa bölümlere ayrılan parçalar kesemeyenlere gönderilir. O sırada at arabaları (fayton) genelde THY, Diyanet (Deniz Feneri yoktu bizim oralarda) deri toplamaya başlamıştır. Anam kurbanın derisini tuzlamıştır bile... Sonra ilk pişen et afiyetle yenir ve "sertlik yumşaklık" analizleri başlar. Şimdiler de hazır kesim yerinden alındığı için kilo tartışması yaşanır... İlk gün genelde kurban kesimine ayrılır. Yakın komşularla kimin eti güzel testlerine geçilir... Çaman (pirzola) en güzelidir... Birinci derecedeki akrabalarla akşama doğru bayramlaşma törenine gidilir. Onun öncesinde rahmetli olan dede ve neneler için mezarlıklara gidilir dualar okunur... İkinci gün ise tamamiyle akrabalık, dostluk ve arkadaşlık ilişkilerinin sıcaklığının zirveye çıktığı andır... Herkes birbirine gider. Genelde ikram edilen şeylerde kesinlikle "et" vardır... Üçüncü gün ve sonrasında dördüncü gün normale dönmeye başlamıştır... Ama çalışmamanın ve birarada olmanın verdiği mutluluk ayrıdır. İnsanlar daha bir sıcak daha bir özgür ve daha bir samimidir... Her ne kadar küçük çaplı küskünlükler olsa bile...
Ha bir de o kadar kurban gördüm daha bir gün memleketimde kurban sabahı yağmur yağdığını görmedim. Kurban kesimi bittiğinde yaşadım ama...

2 Aralık 2008 Salı

KURBAN OLAYIM...



Önümüzdeki pazartesi Mubarek Kurban Bayramı... Annem ismimi teravih dinlerken Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'i kurban etmek istediğinin anlatıldığı sırada "Oğlum olursa adını İsmail koyacağım" diye isimlendirmiş... İsimlendirmiş isimlendirmesine de özeleştiri yaparsam tarz ve davranışlarım veya hayatım binlerce Muhammed, binlerce Hüseyin, binlerce Ali gibi isimleri tamamlayan veya en azından ona layık olmamış. Bu bir gerçek... Neyse yazmak istediğime dönersek... Her geçen yıl kurban kesenlerin oranı azalmakta. Bunun nedeni ise mal mülk içindeki insanlarımızın kredi kartı veya ev, araba taksitlerinin olması nedeniyle borçlu görünmesinde. Kesinlikle onları yargılamıyorum... Nasıl zenginlik yaşamın bir parçasıysa borç da aynı şekilde milyonlarca insanın değişmez ve değişemeyen bir başka gerçeği... Eski dönemlerde kurban kesmek, onu yaşamak, idrak etmek çok farklıydı. Kendi çocukluğuma indiğimde de bunu görebiliyorum. Belli bir yaşın ilerlemesinden sonra önce izlediğimizin ardından ayaklarını tutmaya başladığımız kurban kesim olayı da tarihe karışıyor. Metropol hayatında eski kurban kesimlerinin tarih olmasına tanık oluyoruz. İlk etapta olumsuz gibi görünebilir ama bence doğal ve olması gereken bu... Belli bir bilinç düzeyine eriştikten sonra görüyorsunuz ki "kurban" bir şekil önemli olan niyettir... Mesela biz memlekette kurban keserdik ama ne hikmetse kurban kesemeyenlere etin en güzel yerini vermemiz gerekirken insanın yapısı gereği mi bir türlü verilemezdi... Oysa kurbanın amacı en güzelini ve iyisini olmayana verebilmek değil midir? Bu biraz da şeye benziyor aslında. Tüm organlarını bağışlamak istiyorsun ama ne gariptir ki ölümde bile insanın yakışıklı güzel gitmeyi istemesi gibi saçma bir şey...
Yine konumuza dönersek... Koç, keçi, koyun, dana vb. hayvanların kesilme taraftarı değilim. Tamam kurban kesmek dinimizin bir gereğidir, sevaptır ve görevdir ama günümüz şartları ve olayları düşünüldüğünde insan kendi vicdanıyla buna farklı cevaplar bulabilir. Öyle sunni bir hayata ve yaşama doğru gidiyoruz ki yakında "kurbanlar" bile teknolojik ve hormonlunun da hormonlusu haline dönüşecek. Nerede doğallık, nerede insanlık... Kimi neyi niçin kandırıyoruz... Belli bir ekonomik girdisi olan insanlar zaten yılın belli bölümlerinde etlerini alabiliyorlar. Yani geçmişe göre ete hasretlik bir durum yok. Oysa asıl kurbanı yaşaması ve bayramı görmesi gerekenler yıl boyunca doğru düzgün et yüzü göremeyen ekonomik durumu iyi olmayan anne ve babaların küçücük saf ve temiz çocukları olduğunu düşünüyorum. Onlara "Kurban" olmak gerektiğini ve kesilen hayvanların en güzel kısımlarının onlara verilmesi gerektiğine inanıyorum...
Mesleğin getirisi olarak yine ailemden uzakta kalıcam sanırım. Bu benim için ilk etapta üzücü ama sonrasında alışılagelen şartların ve iş hayatının bir ürünü. 9 günlük tatil var ama bize değil. Burada önemli olan kurbandan ziyade ailelerin, dostların ve akrabaların kaynaşması... Farklı bir açıdan ise günlük trafik yoğunluğu altında psikolojik savaş verdiğimiz İstanbul'un boşalması... Sevindirici ve güzel yanı biraz da bu :)))
Herkese şimdiden iyi bayramlar...