29 Aralık 2013 Pazar

EEE HADİİİ GEL






SEMİH GELDİ, MİLAN BAROS NE İSTEDİ?

Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Türk futbolunun ve Fenerbahçe'nin önemli değeri (!) Semih Şentürk, MP Antalya ile anlaşmış... Nam-ı değer Nöbetçi Golcü'nün el sıkışması sonrası Milan Baros maçların genelde 19.00 ve 21.00 arasında olduğunu düşünerek "BENİM TÜM NÖBETLERİ 19.00-21.00 arasına yazın" demiş...
Ordu komutanı Samet Aybaba ise biraz milliyetçilik yapıp "SENİN ŞAFAĞIN ÇOK" yanıtını vermiş...
İşin esprisi bir tarafa HAYIRLI OLSUN SEMİH ŞENTÜRK... Umarım kulübe pasın silinir... Yoksa Jübilen bile kulübede olacak...

HER SON YENİ BİR BAŞLANGIÇ DEMEKTİR

DOĞAL YAŞAM VE ONLAR İÇİN AV MEVSİMİ

27 Aralık 2013 Cuma

ARDA FENER İÇİN NE DEDİ?


Türk futbolunun son yıllarda yetiştirdiği en önemli değer olan ARDA TURAN, TV8'de Saba Tümer'in konuğuydu... Samimi ve sıcak bir sohbet var... İşte Arda'nın yetişebildiğim açıklamaları:
- Daha az para daha çok mutluluk...
- Galatasaray evdir candır ya... Elimden geldiğince Türkiye'ye dönmemeye çalışacağım, dönersem de Galatasaray'a dönerim.
- Fenerli Acun'la geziyor diyorlar ama biz bu konuları (Fenerbahçe transfer hikayeleri) konuşmayız...
(Saba Tümer Fenerbahçe 10 katını verse gitmez misin?)
Böyle şeyler olabilir (teklif anlamında) olmuştur da... Uzaktan söylemlerle...
Asla her cevabımda Fenerbahçe Kulübü'ne başkanına ve camiasına saygısızlık etmek istemem. Ben Galatasaraylıyım ama ona yakışır şekilde hareket etmek istiyorum...
Ben çocuk ruhluyum... Türkiye'ye ilk geldim... Plan yapacağız... Aslantepe'ye gitmek istemiyorum. Çok etkileniyorum çünkü... Gitmek istemiyorum ama tutamıyorum da kendimi... Hiçbir şey için totem yapmam ama evde Galatasaray için totem yapıyorum... A.Madrid'de arkadaşlarım bu durumumu biliyor ve bana çok takılıyor.
Kariyerimle ilgili bir sürü hayalim var.
2017'ye kadar A.Madrid'deyim. İsteyenler oluyor... İstenilmek güzel ama şimdilik böyle bir şey düşünmüyorum...
Ronaldo ile ilk karşılaştım. Dokundum duvar gibi. Şoke oldum... Hemen pardon abi dedim uzaklaştım... Şaka tabii ki bu...
Ronaldo'ya saygım çok büyük ama sahada hiçbir şey farketmez... Ronaldo özel bir oyuncu... Karşılaştığımız zaman "merhaba merhaba..." o kadar. Komşumuz çünkü...
A.Madrid çok iyi bir seçim oldu. Futboldan çok daha keyif alıyorum.



23 Aralık 2013 Pazartesi

BU İŞTE BİR TERSLİK VAR!..

Tüm zamanların en ilginç fotoğrafları

NE GÖRÜYORSUNUZ?

YILIN FOTOĞRAFI: İnsan Kategorisi Mansiyon Ödülü Bir çocuk, günbatımında Bangladeş Dakka'daki Buriganga Nehri kıyısında çöplükten yükselen dumanlar arasında balonlarıyla oynuyor. Kirlenmiş Nehir boyunca yaşam /Andrew Biraj.

National Geographic yılın en iyi fotoğraflarını seçti

19 Aralık 2013 Perşembe

GÖZALTI-GÖZÜSTÜ!

Malumunuzdur Türkiye'nin içinde bulunduğu durum...
Herkes gözaltındaydı... Hala da bir çoğumuz veya hepimiz gözaltındayız. Yani bir dosya mevcut...
Ancak bu kez gözaltı birileri için emniyete götürmekle sonuçlandı...
Operasyonun görünen veya gösterilen kelimelerine bakıyorsunuz:
ÇOCUK-ALTIN-PARA SAYMA MAKİNASI-AYAKKABI KUTUSU, BAKAN
Burada en masum olanı ve Başbakan'ın da tavsiye ettiği gibi 3 ÇOCUK...
Ne ilginçtir ki Posta Gazetesi'nin de parmak bastığı gibi gözaltına alınan 3 ÇOCUK...
Allah anne babalara sabır versin... Tabii ki zordur... Suçludur, değildir o zamanla cevap bulacak konudur ancak yaşananlar gerçekten acıdır...
Bakıyorsunuz dünün EN ZENGİNLERİ bugünün veya şu anın özgürlük anlamında EN FAKİRLERİ oldu...
30 yaşındaki insanların bu kadar kısa süre içerisinde ZENGİN olmaları şaşırtıcı, imrendirici ve "VAY ANASINI" dedirten bir durumdu...
Ancak sonuçları değerlendirdiğimizde FAKİR VE GURURLU filmi tekrar izlemek gerekiyor...
Asgari ücretli misin?
Veya değil misin?
Veya hiç mi gelirin yok?
Sigortan mı yok?
Sabit bir gelirin mi yok?
İşin mi yok?
Aç susuz musun?
Siten mi yok?
Apartmanın mı yok?
Pardon evin mi yok?
Araban mı yok?
Yeni kıyafetin mi yok?
Yeni ayakkabın mı yok?
Evet YOK YOK YOK... Ama neyin var biliyor musun? Öyle ya da böyle başın belaya girmemiş adın olumsuz bir tablo ile anılmamış...Paran yoksa da HUZURUN olsun... O da olmuyor biliyorum ama şu son yaşananlara bakınca olsun... Zenginlikler içerisinde psikolojik bunalımlara ve buhranlara girmektense 3-4 yılda bir aldığın yeni ayakkabının kutusunu sobanda yakarsın olur biter...
Uçağın yok ama yürümekte sınırsız tarifen var... Ne kadar yürüyeceğin sana kalmış... Ayakkabın yoksa da tabana kuvvet...
Baban ünlü değil mi?
Gariban mı?
GURUR DUY... EN BÜYÜK ZENGİNLİK O... GERİSİ TEFERRUAT...
Onun bunun, şunun adamı olmaktansa GARİBAN ol, GARİBAN öl...
İYİ GÜNLER MUHTEREM CEMAAT... 




17 Aralık 2013 Salı

KİMİ ÖLDÜRÜR, KİMİ SEVİNDİRİR


AFGAN BİR VATANDAŞ, AMERİKALI ASKERE IHLAMUR VERİRKEN... KUSURA BAKMASIN KAHVE YOK... DOĞAL BİTKİ ÇAYI...

14 Aralık 2013 Cumartesi

MANDELA'YI ANLATAN EN GÜZEL TABLO


O bir kıtanın bulunmaz meyvesi Mandela'ydı...
Siyahı beyaza çevirdi, tabiatın gökkuşağı olduğunu gösterdi...
Beyaz kadar SİYAHın da önemli olduğunun altını çizdi...
Susuz, kimsesiz ve kaderine terkedilmiş Afrika'yı yeşertti...
BİR KITAYI SİYAHLARIYLA YEŞERTEN EFSANE İSİMDİ... 

DÜNYANIN EN MASUM İNSANLARI ÇOCUKLAR İÇİN


13 Aralık 2013 Cuma

'GÜNDÜZ' GÖZÜ VE KALEMİYLE

1930 ve 1940'lı yılların basın dünyasının önemli isimlerinden. Kalemi keskin usta romancı... Yazdıkları yüzünden kalemi kırılmak istenen , eserleri piyasaya çıkar çıkmaz toplatılan veya sansürlenen buna rağmen asla pes etmeyen keskin bakış ve keskin kalemin düş dünyası, gerçeği algılayış tarzı ve onun bugüne ışık tutan doğruları...
AYDAN GÜNDÜZ'ün kaleminden...
İMZA GÜNÜ: Yarın (14 Aralık)18.00-20.00'de 7. Kadıköy kitap günleri etkinliğinde...

9 Aralık 2013 Pazartesi

YUMURTA KÖY MÜ ÇİFTLİK Mİ?


İnternette dolaşırken dikkatimi çekti! Tam Türk insanını anlatan ve esprili bir kampanyaya dönüştürülmüş... Tasarım da güzel... Ancak merak ettiğim YUMURTA ÇİFTLİK Mİ KÖY YUMURTASI MI?..

3-6-8 AY TAKSİTLE FUHUŞ

YOK ARTIK!... BUNU DA OKUDUK VE DUYDUK!
İzmir İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Foça ilçesinde bir otelde kadınlara zorla fuhuş yaptıran beş kişiyi gözaltına almış... 6 Aralık 2013 tarihinde otelde ve Foça ile Menemen ilçe merkezlerinde bulunan şüphelilere ait evlere eşzamanlı operasyon düzenlenmiş... Buraya kadar artık sıradanlaşan ve normal karşılanan bir haber... 
Asıl ilginç gelişme ise FUHUŞ ÖDEMELERİNİN KREDİ KARTIYLA YAPILMIŞ OLMASI VE TAKSİTLENDİRİLMESİ...
NOT: BONUS VE PARA PUAN GEÇERLİ DEĞİLMİŞ...

MUHTEREM CEMAAT!

Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, TFF'yi eleştirmiş... Nedeni ise Fethiye'nin "YÜCEATATÜRK" tişörtü ve Drogba ile Eboue'nin bir kıtanın kaderini değiştiren Nelson Mandela'yı anmaları...  Açık söylemek gerekirse Sayın Suat Kılıç'ın böyle bir çıkış yapmasına şaşırdım...
Hele şu sözleri "Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Fethiyesporlu futbolcuların davranışı üzerinden başka bir tartışma konusu haline dönüştürülmesi fevkalade yanlıştır. Cumhuriyetimizin temel değerleri vardır. Toplumun ortak değerlerinden biri de Atatürk'ün varlığı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu liderliğidir. O ismin ve liderliğinin toplumu ayrıştıracak biçimde tartışılmasına sessiz kalamayız. Tepkimizi bu noktada ortaya koyduk. Bugün Türkiye'de konuşulması gereken konular bunlar değil. Eğer spor alanlarında bu gibi davranışların yapılmaması gerekiyorsa Türkiye Futbol Federasyonu, olduktan sonra değil olmadan önce kulüpleri başkanlarını yönetimlerini çağırmalı, bilgilendirmeli ve uyarmalıdır. Olduktan sonra Atatürk'ün adını konu edinen çevresine alan bir yansımayı cezalandırmaya kalkmak toplum içinde farklı biçimde okunmaktadır" çok çok şaşırtıcı...
Sözler "tokat" gibi çarpıcı...
Hayırdır ne oldu bunlara...
Seçim yaklaştı onun telaşı ve Ata'yı sahiplenmesi mi!
Değerlerini ve temellerini yok etmek adına bir çok şey yapan ve hala da yapmakta olan "güce" ne oldu!
Endişe mi var...
Korkmayın korkmayın denizleri geçtiniz uzun süredir okyanusta ve ötesinde yüzdünüz! Pardon yüzdürüldünüz... Derede boğulmazsınız? 
Nedense aklıma geldi? O sözle sonunu getirelim...
Camilerde imamlar özellikle cuma günleri şöyle bir uyarıda bulunur:
MUHTEREM CEMAAT SAFLARI SIK TUTALIM...

4 Aralık 2013 Çarşamba

UZUN MEHMET'İN HİKAYESİ

Bugün günlerden Dünya Madenciler Günü...
Açıkcası direkt tarih olarak bilmiyordum ancas sosyal medyanın gücü ve etkisiyle bunu gördüm... Maden dendiğinde Zonguldak ve Uzun Mehmet akla gelir. Kendi kendime sordum? Biraz detaylandır? Ihhhhhhh.. Çıkmadı ve biraz kendimden utandım... Bir araştırayım dedim... İşte öne çıkan bilgiler:

TÜRKİYE'DE KÖMÜRÜN BULUNMA HİKAYESİ:
Sultan II. Mahmut bir ferman çıkararak memleketin her yerinde kömür aranmasını emreder. O dönemde kömür İngiltere'den ithal ediliyormuş... Savaş hali ve maliyet nedeniyle alım güçleşmiş. Bahriyede asker olanlara kömür numuneleri verilerek terhislerinde dağıtılmış ve memleketlerinde aramaları istenmiş. İstanbul'da asker olan Uzun Mehmet de Zonguldak Kestaneci Köyü'ne dönünce kömür aramaya başlamış. Kışlık unu için değirmene gittiği sırada kömür araştırması da yapıyormuş. Bulduğu taş parçalarını evine götürüp yakmış ve test olumlu sonuçlanmış. Bulduğu kömürmüş... Çuvala doldurup İstanbul'a askerlik yaptığı birliğe gitmiş ve komutanı bilgilendirmiş. Uzun Mehmet bu buluşu sonrası 50 kese altın ve 600 kuruş maaşla ödüllendirilmiş.  Ereğli'de padişah namına hüküm süren Hacı İsmail Ağa isminde bir derebeyi ise Uzun Mehmet'i kendisinden önce davrandığı ve kömürü bulup padişaha kadar bilgilendirme yaptırdığı için öldürtmüş...  Zonguldak'taki maden ocaklarından ikisine Uzun Mehmet-I e Uzun Mehmet-II isimleri verilmiş. Şehrin caddelerinden birinin adı da Uzun Mehmet'miş...

NUR İÇİNDE YAT UZUN MEHMET...
BULUŞUN UZUN VE ÖMÜRLÜK OLMUŞ AMA ÖMRÜN KISA...
İnsanlığa hizmet etmişin ama günümüz sistemi veya sermayesi, hükümeti gelişen çağa, teknolojiye rağmen işçilerimizi ocakta öldürüyor... Emek sömürüsüne devam ediyor... Zaten patlama altında kalmayıp yaşamını devam ettirenler de sonrasında hasta olup öksürerek yılların gazını, katranını içinden çıkarmak için canlı canlı ölüyor...
MEKANIN CENNET OLSUN...
MADENCİLERİMİZİN DE GÜNÜ VE GECESİ AYDINLIK OLSUN...
NOT: Merak ediyorum bugün hangi TV'ler madencilerimizi hatırlayacak empati kurup bir günlüğüne veya bir anlığına da olsa haberlerini yerin altından sunacak... Yoksa Penguen veya Aslan belgeselleri mi yayınlanacak... İyi seyirler...
TEBRİKLER ÇARŞI...









HAYAT YARDIMLAŞINCA GÜZEL

3 Aralık 2013 Salı

BİR OĞUZ DESTANI (MÜTHİŞ)

Hayata elleri yerine dişleriyle tutunan Oğuz Mucurluoğlu şimdi dördüncü üniversitesine kayıt yaptırdı, üçüncü kitabını yazmaya başladı. Mucurluoğlu ayrıca engellilerin sesi olmak için siyaset eğitimi alıyor.
1972'de dünyaya gözlerini açtığı Ankara'da, daha 40'ı çıkmadan 'sarılık' teşhisi ile götürüldüğü doktorun, 'Her çocuk sarılık geçirir' diyerek ötelediği Oğuz Mucurluoğlu, o gün tekerlekli sandalyeye mahkum oldu.
Oğuz'un el ve ayaklarını kullanamadan hayatını devam ettireceğini öğrenen baba Mucurluoğlu, 'Alın bunu, kesip biçin inceleyin, onu tıbba hizmet için size bırakıyorum' diyerek doktorlardan iğneyle öldürmelerini istedi. Ancak babasından gördüğü zulme annesinin şefkati yetişti.
Kocasından boşanan anne (HELAL OLSUN) Meral İpek, Ankara'nın karına, kışına, ayazına ve en önemlisi engellerle dolu sokaklarına inat sırtında taşıdığı Oğuz'un ilk, orta ve lise eğitimini almasını sağladı.
Cani babanın, 'Tıbba feda ediyorum' dediği Oğuz Mucurluoğlu bugün, 40 yıldır kullanamadığı el ve ayaklarının yerine geçen dişleriyle, üç üniversite bitirdi ve bununla da yetinmeyerek iki kitap yazdı.
Hayata küsmek yerine mücadele etmeyi seçen Oğuz, şu günlerde üçüncü kitabını yazmaya hazırlanıyor. Dördüncü üniversitesine kayıt yaptıran, bir taraftan İngilizce kursuna giden ve kendisi gibi engelli kimselerin sesi olabilmek için siyasete adım atan Oğuz Mucurluoğlu ile sağlam insanları bile kıskandırabilecek hayatını, 'Bir Başka Pencere'den konuştuk.
* En çok merak edilen konu, bütün işlerini ağzınla yani dişlerinle yapıyor olman. Peki zor olmuyor mu?
Spastik engelli olduğum için sağlıklı insanlar gibi tırnaklarımla gelemediğim yere dişlerimle gelmek zorundaydım. Bir tarafınız eksiliyorsa bu açığı diğer organlarınızla kapatabiliyorsunuz. Yani ellerimi kullanamasam da bir şeyleri bağımsız olarak yapabilmem gerekiyordu. Bu da ağzım ve dişlerim oldu. İlkokulda dişlerimin arasına sıkıştırdığım kalemle yazmaya başladım. Önceleri kalem ağzımdan düşer, ağzım yara içinde kalırdı. Şimdi ise sağlıklı bir insanın eliyle yazdığı hız ve okunaklıkta yazabiliyorum. Hatta dişlerimle yaptığım tek iş yazı yazmak değil. Çantamı düzenler odamı toplarım. Cep telefonu, bilgisayar kullanırım. Tavla bile oynarım. Benim ağzım elim, dizlerim ayaklarım oldu.
* Eğitim hayatın nasıl geçti. Engelli olman nedeniyle duygusal anlamda sorun yaşadın mı?
İlk, orta ve lise eğitimim pek de rahat geçmedi. Okula alınmama olayları yaşadım. Eğitimime bu yüzden 9 yaşında başlayabildim. Okula alınmama, yoldaki problemler gibi zorlukları annem benden hep bir adım önde giderek, ortadan kaldırıyordu. Bende sağlıklı öğrenciler gibi okuldan kaçtım, kopya çektim. Hatta bir keresinde disiplin cezasının eşiğinin döndüm. Yani herkes gibi öğrenciydim. Tek farkımız arkadaşlarımın el ve ayaklarıyla yaptığı şeyleri ben ağzımla yapmak zorundaydım. Duygusal anlamda çok etkili olacak sorunlar yaşamadım. Bu konuda annem her zaman destekçim oldu.
* İki kitap yazıp, üç üniversite bitirdin. Yazar olmak çocukluk hayalin miydi ve bu konuda hedefin ne?
Aslında mektup dahi yazmayan bir adamdım. 1994'te benim gibi özürlülerin yer aldığı bir kampa katıldım. Kamp bittiğinde düşüncelerimizi kağıda dökmememizi istediler. Ben de 'iyi ki özürlüyüm' konulu bir yazı kaleme almıştım. Çünkü o ortamda bir insanın bulunabilmesi için özürlü olması gerekiyordu. Yazım çok beğenildi ve ben de bu bakış açımla ilk öykümü yazdım, sonra devamı geldi.
'Dinle kardeşim' ve 'Sevgililer gününde hiç randevum olmadı' adlı kitaplarımın ardından şimdi yeni bir çalışma içine girdim. Demir parmaklıklar ardındaki hapishane hayatından alıntı yaparak, bir engellinin kendi evini hapishaneye hatta zindana çevirmesini kaleme alacağım. Hedefim çok iyi bir yazar olabilmek.

SARI ÇİZGİYİ HOR KULLANMAK SAĞLAM GÖZE ÇOMAK SOKMAK
* Biraz Ankara'dan konuşacak olursak. Tekerlekli sandalyeye mahkum biri olarak, Başkent'te yaşamanın getirdiği zorluklar neler? Engellilere yönelik çok sayıda çalışma yapılıyor, sence yeterli mi?
Devlet bize, 'Özürlüler tiyatrolardan ücretsiz faydalanabilir' diyor ancak öyle bir bina yapılmış ki insanlar, yöneticiler değil bina kendisi, 'Sen izleyemezsin, sana izin vermiyorum, gelme' diyor. Görme engelliler için çekilen sarı şeritleri görüyorum perişan durumda. Aslında sağlıklı vatandaşlar sahiplenmeli o çizgileri. Çünkü o çizgileri hor kullanmak, sağlıklı birinin gözüne çomak sokmakla aynı anlamı ifade ediyor.
Çalışmalar maalesef yeterli değil. Öyle şeyler olmalı ki, ben bir insanı manevi olarak etkileyipte bana yardımcı olmasını istememeliyim. Yani ajitasyon yaratmamalıyım. Bu nedenle devletin bizler için daha somut adımlar atması gerekir. Bir kaldırımdan inerken insanın gözüne bakıp beklemek, ya da 'Beni indirir misin' demek hoş değil.
* Yenimahalle Belediyesi Engelliler Gençlik ve Spor Kulübü (AYBESK) Başkanı Şenol Balaban engellileri sokağa çıkarmakta güçlük çektiklerinden yakınıyor. Bu neden kaynaklanıyor?
Çok sayıda aile, çekilen sıkıntı ve zahmet nedeniyle bıkmış durumda. Televizyona baksın, evde gözümüzün önünde dursun düşüncesi var. Aslında engelli de problem yok. Fırsat verildiğinde yapamayacağı, başaramayacağı şey yok. Yeterki ailelere daha fazla destek verilsin.
* Kendine olan öz güvenin, sosyal hayatın ve engel tanımayan yaşantınla Ankara'da yaşayan engelliler için önemli bir örnek teşkil ediyorsun. Evlerine kapanan engelli arkadaşlara nasıl bir çağrıda bulunursun?
Öncelikle kendilerine güvensinler. Yaşadıkları koşullar gereği bir güvensizlik duygusu uyanmış olabilir ancak kendilerini teslim etmesinler. Her birinin içinde inanılmaz cevherlerin ve yapabilecekleri çok şeyin olduğu kesin. Bugün görmeyen, duymayan hatta zihinsel engelli olan kardeşlerimiz bile imkan verildiğinde inanılmaz başarılara imza atıyorlar. Önemli olan öncelikle hedef belirlemek.
SORUNLARIN SESİ OLACAK
* Dişlerinin arasına sıkıştırdığın birçok başarının arasına geçtiğimiz günlerde CHP'ye üye olarak siyaseti de yerleştirdin. Siyasete atılmak gibi bir planın ya da hedefin mi var?
SİYASET hayatın bir gerçeği. Engelli arkadaşlarımın sesi olduğumu düşünüyorum ve onlara faydalı olmak istiyorum. Bir yerde bozuk bin engelli asansörü varsa, bunu birinin dile getirmesi gerekiyor. Bu sıkıntıyı en rahat anlayabilecek ve dile getirecek kişi de yine bir engellidir.
Öncelikle CHP'nin siyaset okulunda bu konudaki eksikliğimi gidereceğim. Zaman neyi gösterir, nereye akarım bilmiyorum. Hayat bir nehirdir ona karşı kulaç atmak, yada dala tutunmak yerine kendimi bırakır, o sürüklenme sırasında kendim için en doğru kararı vermeye çalışırım.
SAĞLAM BEDEN ENGELLİ YAŞAM
Oğuz Mucurluoğlu'nun bu başarısının ardında anne Meral İpek duruyor.
Oğuz'a hem anne hem de babalık yapan Meral İpek, sağlam bedenine rağmen oğluyla birlikte son 40 yıldır engelli bir yaşam sürüyor. Çocukluk yıllarında mamasını yedirdiği oğlunu sırtında taşıyarak okula götüren anne, bugün ise her sabah Oğuz'un elini yüzünü yıkıyor, dişlerini fırçalıyor ve uzayan sakallarını kesiyor.
Oğuz'un hayatından dolayı kendisine özel bir zaman ayıramayan cefakar anne, boş vakitlerinde ise Oğuz'un dizlerinin üzerinde yürürken yere sürtünen ve yırtılan evde terlik niyetine kullandığı ayakkabılarına yama yapıyor.
Hürriyet-Haber7

2 Aralık 2013 Pazartesi

DERSİMİZ...


Bir gün bir gün bir çocuk okula da gitmiş öğretmen yok...
Açmış bakmış kapıyı içeride kimse yok...
Seslenmiş seslenmiş ses yok...
Bakmış bakmış görememiş...
DERS-1:
Bir arı uçmuş uçmuş...
Çiçek aramış zor bulmuş...
Çekmiş çekmiş kafası güzel olmuş...
Kovana gitmiş bal gibi sıçmış sıçmış...
DERS-2:
Bak bu top...
Vurursan gol olur...
Vuramazsan patlar iftar açılır...
DERS-3:
Herkes serbest...
NOT: Bu program Türkiye'deki her hangi bir sınıftan esinlenerek SAÇMALANMIŞTIR...







BU TRENE BİNER MİSİNİZ?

YIL: 1960
YER: Elazığ Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastahanesi.
Nasıl olduysa 423 hasta, hastaneden kaçar ve Elazığ sokaklarına dağılır. Dönemin başhekimine danışırlar. 
- Doktor bey ne yapalım? derler. 
Doktor 
- Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin der. 
Doktor önde, arkada 4-5 personel çıkarlar sokağa. 
- Düüüüt, düüüttt diyerek trencilik oynayarak Elazığ'ı dolaşırlar. 
Bütün deliler bu kuyruğa girerek vagon olurlar. 
Hastaneye geldiklerinde ise sayı 600'ü çoktan geçmiştir.
(Gerçek bir olaydır.)
NOT: Baki Yalçın'dan alıntı... Teşekkürler.

BİR KEDİM BİLE YOK


FIRÇA ÇOK RESSAM YOK :)))


BUYRUN...


HEPİMİZE...


1 Aralık 2013 Pazar

BELKİ SAKİNDİ HIZLI GİTTİ!


Aksiyon filmleri serisi Fast and Furious'ın (Hızlı ve Öfkeli) başrol oyuncusu, Amerikalı aktör Paul Walker, California'da geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybetmiş... ÖNCELİKLİ OLARAK ALLAH RAHMET EYLESİN...
40 yaşındaki oyuncunu Los Angeles'ta katıldığı bir yardım etkinliğinden dönüşünde Roger adlı arkadaşının kullandığı araçta hayatını kaybettiği ifade ediliyor... Hayat işte... Öfkeyi bilemem ama HIZ bazen filmlerden gerçek hayata uyarlanabiliyor ve alıp götürebiliyor... Ne kadar ünlü, zengin, mutlu, genç veya yaşlı olursan ol HAYAT POLİSİ, ehliyeti ve emniyet kemerini, kimliklerini ve titrini tanımıyor...
(BBC)

Kİ 'EV' İNİZDE KALIN


Ukrayna'da halk, hükümetin AB'ye girme girişimlerine karşı olması üzerine Kiev'de protesto gösterileri düzenlemiş... Ciddi bir tepki söz konusu... Bana göre halkın düşüncesi önemli ama bu konuda zaman hükümeti haklı çıkaracak gibi görünüyor... Globalleşen bir sistemde dünyaya entegre olmak adına önemli gibi görünüyor ama bu konuda yaşlı Danimarkalı bir teyzenin söylediği aklımdan çıkmıyor... AB'ye girmek isteyen ülkeler için şu özeti çıkarmıştı teyze:
Ne işiniz var AB'de... AB iyi gibi görünüyor ama ülkeler adına kültürleri ve değerleri yok ediyor. Kesinlikle girmeyin... Tek düze bir yaşama dönüyor...
İŞİN ESPRİSİ: Acaba Ukrayna hükümeti içindeki birileri o yaşlı teyzenin akrabası olabilir mi!...

29 Kasım 2013 Cuma

BELEDİYE BAŞKANI ÇİÇEK GÖNDERDİ


Geçtiğimiz günlerde Üsküdar semt sakini olarak başımızdan geçen olayı anlatayım...
Özelimdir ama genelleştireyim biraz...
Nikahımız Üsküdar Evlendirme Dairesi'nde oldu. Adamlar bizi kayıt altına almış! İyi ki de almış...
Evdeyim zil çaldı... Bizim apartmanda herkes herkesin zilini çaldığı için pek duyarlı davranmadım. Ancak yine de ne olur ne olmaz mantığı ile kapıya yaklaştım...
Merdivenden yukarı doğru çıkan başörtülü bir genç kız "İsmail-Burçak çifti burada mı oturuyor?" diye üst komşuya sordu...
Şaşkınlık içerisinde ben kapıyı açtım.
- Buyrun benim...
- Efendim Üsküdar Belediyesi'nden geliyorum.
- Evet... (Şaşkınlığım devam ediyor)
- Belediye başkanımız Mustafa Kara sizin evlilik yıldönümüzü kutluyor.
Hangi evreye girdim bilmiyorum ama artık şaşırmanın ötesine geçtim...
Haliyle bir çok eşin dostun hayat şartlarından unuttuğu evlilik yıldönümümüzü Üsküdar Belediye Başkanı hatırlıyor! Pardon hatırlamıyor kayıt altına almış...
Ve kızın elinde bir çiçek ve kutlama mesajı...
Büyük bir incelik ve jest...
Teşekkür ettim...
Ha bu olayın yaşandığı gün cuma. Oysa bizim evlilik yıldönümümüz pazar günü.
Adam iki gün önceden mesai saatlerinde kendini garantiye alıyor.
Ve bunun için bayanın altında özel araç var.
O sırada evde olmayan Bebişime geldiğinde çiçeği gösteriyorum ve metni okuyorum... Biraz şoka girse de o da mutlu oluyor ve "ŞAKA GİBİ" diyor... Sloganları HAYALDİ GERÇEK oldu. Evet bizim yaşadığımız da ŞAKA DEĞİL HEPSİ GERÇEK...

Sayın Mustafa Kara'ya teşekkürlerimi sunuyorum. Düşünmesi yeterli...
Ancak insan sormadan da edemiyor?
* Jestin güzel, iç okşayıcı ama kimin parasıyla kime jest yapıyorsun!... Benim paramla bana...
* Ayrıca bunun için belediyenin aracını tahsis ediyorsun ve bir bayan görevlendiriyorsun...
* Abi gerçekten gerek yoktu masrafa ya... 
Fakir fukaraya kömür veya gıda yardımında bulunsanız daha iyiydi dicem ama adamlar onu da yapıyor!
Yani AK Parti, her şeyi düşünüyor. Ekonomik, duygusal ve incelik adına her türlü yaklaşım var...
Muhalefete duyrulur: ADAMLAR ÖYLE YA DA BÖYLE ÇALIŞIYOR ARKADAŞ...





28 Kasım 2013 Perşembe

DEPREMDE NE YAPILMALI?

İTÜ Öğretim Görevlisi Afet Yönetimi Uzmanı Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, GENÇ BAKIŞ'ta anlattı: Depremde yapılacak ilk eylem:
Çök-kapan-tutun...
Kırılacak, patlayacak metallerden uzak durulmalı...
Yatağın yanına bir çift ayakkabı konulmalı.
El feneri olmalı.
Dersteysek sıra veya masa altı.
Merdivenler ve balkonlar en tehlikeli yerler.
Deprem yakın bir fay hattında olursa ayakta durmak mümkün olmayabilir.
Deprem olduğunda dışarı çıkmak bazen daha tehlikeli olabilir. Çünkü yukarıdaki her şeyin üzerinize düşme ihtimali yüksek.
Bina sağlamsa içeride kalmak gerek.
Öncelikli olarak bina sağlam olacak.
Eşyalar sabitlenecek.
Üçüncüsü de bilgi sahibi olunmalı.
ÖNE ÇIKAN SÖZLERİ:
Japonya'da deprem sürekli var.. Çözümü olsa onlar çözüm bulurlar. Onlar beraber yaşamaya alışmışlar ve önlemlerini sağlam almışlar.
Marmara depreminde deprem yüzünden sadece 1 kişi öldü. Fabrikada işçi fay hattına düştüğü için öldü. Diğerlerini binalar ve panik öldürdü...



BABALAR VE KIZLARI

Futbolda teknik adamlar önemli figürlerdir...
Kazanınca en büyük pay ve etki onlarındır...
Bu anlamda sesleri solukları çıkmaz pastanın kremasını yerler...
Kaybettikleri zaman ise "Daha yeni geldim. Ben sihirbaz değilim. Zamana ihtiyacım" klişeleri vardır.
Tıpkı şu anda Roberto Mancini'de yaşananlar gibi.
Ya arkadaş tamam sihirbaz değilsin ama 11'e 11'de Real Madrid'e yenilmen normal.
Ancak 10 kişi kalmış bir rakibe karşı fark yemen sihirbaz (!) işi...
Sonrasında kızı çıkacak defansa tepki gösterecek, babasına zaman isteyecek...
Bari sen girme be topa... Hele hele taraftarla ikili mücadeleye girip sakata gelme...
Gerek yok... Hele hele kurumsal bir kimliğe çok büyük önem veren SAYIN Ünal Aysal'ın başkan olduğu bir kulüpte..
Haa fikir babasını da unutmayalım hakkını yemeyelim: BÜLENT TULUN...
NOT: Unutmadan bu sadece Mancini ve kızı için geçerli bir durum değil. İmparator Fatih Terim'in kızı da zaman zaman maç sonları sosyal mesaj olayına girerdi. Ne gerek var ya...


25 Kasım 2013 Pazartesi

HAAAYDAAAAAAA


Hayat... Ha ile başlar...
Şaşırmalar...
Gaza getirmeler (Argoda mikserlik)...
Etki ve tepkiler...
HA ile verilir.
Bunların değişik versiyonları vardır...
Mesela...
Şaşırma: HADİ YA...
Gaza getirme (ROK veya KOR yani Rasim Ozan çok iyi yapar): HAYDAAA...
Etki ve tepki: HAA S...TİR...
Nereden ve nasıl baktığına bağlıdır. Son iki kelime küfür gibi görülebilir ama aynı zamanda da tebessümle ifade edildiğinde hayatı fazla ciddiye almak gerekmediğini de gösterir...
Ki ben öbür tarafa giderken bile HA S...TİR'i kullanıp tebessüm etme temennisinde olan biriyim...
Biz buna kısaca HAYAT diyoruz...
Tıpkı her yüz ifadesinde hayatın ve yılların izi olan fotoğraftaki müthiş figür gibi...

'GIRGIR' GEÇMİYORUM ÇOK CİDDİYİM: GÜZEL OLMUŞ


23 Kasım 2013 Cumartesi

İLK KEZ ORKESTRA GÖREN NİNE...



Osmaniye Düziçi'ne özgü yöresel bir yaşanmış hikakeyi anlatayım...
Yaşlı bir nine (nene) köyündeki bir düğüne gider.
Hayatında ilk defa orkestra görür (Bu yıllar önce yaşanan bir olay tabii ki)...
Nine haliyle bateristin hal ve hareketlerine şaşırır...
Teşbihi ise inanılmazdır...
Hayatında tarladan başka bir şey görmemiş olan ninemiz benzetmesini de tarım aletlerine dayanarak yapar ve baterist için:
- Anam o neci kele... Adam bir gobliye bir saca vuruyor.
Bunun anlamı ve açılımı şudur... Gobli genelde yer fıstığı ekiminde kullanılan traktörün arkasında bir kişinin oturarak içine tohumlar attığı tarım aleti. Yani trampeti anlatıyor...
Saç ise yine tarlayı sürerken kullanılan tarım aleti...

******************


Bu ise ananim... Çift katlı otobüsler daha yeni çıkmış. Yine bir nineyi (yukarıdaki değil) otobüste ikinci katta en öne bindirirler İstanbul'dan memlekete gönderirler...
Yolculuk sırasında ninenin yüreği ağzına gelir ama sonuçta yolculuk tamamlanır.
Yolculukla ilgili duygu ve düşüncelirini ise köydeki ahaliye şöyle anlatır:
- YAVRUM. ŞÖFÖR DE YO DU. GAZA YAPMADAN EYİ GELDİK...

ÇAY VAKTİ!

 
DEMLİKTE KALAN ÇAYI ATMAYIN !
Boğaz ağrılarında
Posaları süzülp soğuyan demi boğaz ağrılarında ­gargara olarak kullanılır.

Buzdolabınız koku mu yapıyor? 
Demlikte kalmış çay posalarını kurutup bir kap içinde buzdolabının orta rafına yerleştirin, kokudan eser kalmayacaktır.

Cildiniz çok mu yağlı? 
Banyodan çıkmadan son su olarak bir çaydanlık çay ile teninizi oğuşturun, balsam vazifesi görün.

Derinizdeki yaraların temizlenmesi
Çayı, derinizdeki yaraların temizlenmesi ve antibiyotik etki göstermesi için pamukla tatbik ederek kullanabilirsiniz.

Eliniz balık, soğan mı kokuyor?

Balık ayıkladınız, ellerinizi sabunla yıkadınız ve hala balık kokuyor. Ya da soğan soydunuz, soğan kokuyor. işte kurtarıcınız yine çay. Elinizi demli çayla yıkayın. Bakın bakalım hiç koku kalmış mı?

Gözünüz çapak mı yapıyor? 
Kaynamış çayı bir tasa koyup buharı gözünüze gelecek biçimde başınızı üstüne koyun. Ya da ılık çaya batırılmış gözlerinize ve etrafına tatbik edin.

Saçınız mat mı? 
Saçınızı şampuanladıktan sonra son su olarak bir çaydanlık ılık çayla durulayın. Bakın saçlarınız nasıl ışıl ışılıyor.

Yemek yerken dilinizi mi ısırdınız?
Yine ilacı demlikteki çaydır. Ağzınızı günde üç defa çalkalayın, diliniz dokuz yerine üç günde iyileşecektir.
 
Ayağınız mı kokuyor? 
Ilık çay dolu bir leğene ayaklarınızı daldırın ve her akşam yatmadan önce 10 dakika tutun. 10 günde koku diye bir şey kalmayacaktır.
KAYNAK: www.neleryokki.org

22 Kasım 2013 Cuma

BU ROZETİ HEPİMİZ TAKMALIYIZ


Orta yaşlı ve düzgün giyimli bir adam sessizce kafeye girerek köşedeki masaya oturur.
Garsona sipariş vermek için beklerken yan masadaki gençlerin kendisine bakarak gülüştüklerini fark eder. Belli ki yakasına taktığı küçük pembe kurdele şeklindeki Rozetine gülmektedirler. Bu alaylı bakışları görmezden gelen adam, yan masadakilerin bu ısrarlı sırıtmalarına dayanamayarak elini lacivert ceketinin yakasındaki rozete götürerek,
'Bu mu?' diye bakışanlara sorar.
Yan masadakiler yüksek sesle gülerek,
'Küçük güzel Pembe kurdeleniz lacivert ceketinize pek de yakışmış!
' diyerek sırıtmaya devam ederler.
Orta yaşlı adam bu sözü söyleyen delikanlıya dönerek,
'Lütfen masama buyurun bunu tartışalım'
der.
Biraz önce tüm sevimsizliğiyle sırıtan delikanlı sebebini anlamadığı bir utanma ve sıkıntı hissine kapılsa da gelip masaya oturur.
Adam anlaşılır ve yumuşak bir sesle,
'Bu Rozet tüm dünyada, içinde olduğumuz ayda, kadınların arasında meme kanseri bilincini yaygınlaştırmayı ifade ediyor.
Ben bu rozeti annemin adına takıyorum'
der.
Bu açıklama karşısında başkalaşan delikanlı,
'Çok üzüldüm, anneniz meme kanserinden mi öldü
' diye sorar.
'Hayır'
diye cevap verir orta yaşlı adam ve devam eder:
'Annem sağ. Küçük bir çocukken kendimi yalnız hissettiğim korkulu anlarımda her zaman başımı saklayabileceğim ve huzur bulacağım yumuşak bir yuvadır annemin memeleri. Annemin sağlığı için dua ediyorum.
'Hımmm' diye kekeler delikanlı.
'Bu rozeti karım için takıyorum' diye devam eder orta yaşlı adam.
'Karınız da herhalde iyi' diye sorar delikanlı.
'Evet, evet' der adam
'Karım benim için aşk ve sevgi kaynağı olmuştur her zaman. 23 yıl önce sevgili kızımızı beslemiştir memesiyle. Karımın sağlığı için Allah'a şükrediyorum.'
'Sanırım kızınızın sağlığı için de takıyorsunuz?
'Hayır.... Kızımı bir ay önce meme kanseri nedeniyle kaybettik.
Yaşının çok genç olduğunu düşünerek ihmal etmiş memesinde fark ettiği kitleyi. Bu nedenle geç kaldık.'
Genç delikanlı, yüzündeki utangaç ve üzüntülü bir ifadeyle,
'Çok üzgünüm bayım. Özür dilerim' der...
Orta yaşlı adam 'Kızımın anısına öğünerek takıyorum Bu küçük pembe kurdeleyi. Bu sayede çevremdekileri de aydınlatabiliyorum. Şimdi evine git, karınla, kızınla, annenle konuş' deyip cebinden çıkardığı küçük pembe kurdele rozetini uzatırken, delikanlı öne eğilir ve takmama yardım edebilir misiniz?' diye mahçup mahçup sorar.
Bu öyküyü Türkiye Meme Vakfı'ndan Dr. Can Gürbüz gönderdi..
Öykünün altına bir de not düşmüş:
'Bir mumun, diğer mumu yakarak aydınlatmasıyla kaybedeceği hiçbir şey yoktur..'
Lütfen bu hikayeyi yayarak diğer mumları da aydınlatın...
TÜM AYDINLIKLAR KADINLARIN OLSUN...

NOT: Ben de hikayeyi Nermin Abla'dan aldım. TEŞEKKÜRLER...

21 Kasım 2013 Perşembe

GENÇ, REALİST VE MANTIKLI BAKIŞ


Dün gece Kanal D'de Abbas Güçlü'nün Genç Bakış'ı vardı... Vardı ama bir anda yayından kalktı. Kayseri Erciyes Üniversitesi'ndeki programda konuk Yeni Türkü Grubu'ydu. Bir grup öğrenci "Ölürüm Türkiyem" şarkısını söyledi. Sonra bunlara salonun geneli katıldı. İyi güzel. Buraya kadar normal. Zaten görüntülerden de izlerseniz Abbas Güçlü ve konuklardan her hangi bir olumsuz tepki olmadığını görürsünüz. Ancak sonrasında siyasi boyut kazanan bir duruma dönüştü sanırım. Abbas Güçlü ayaklanan bir grubu kontrol etmek istedi, başaramadı ve sonrası ortalık karışmış. Görüntüleri az çok videolardan ve haberlerden, sosyal medyadan takip ettim.
Bir anda Abbas Güçlü ve Yeni Türkü vatan haini haline getirilmek istendi. Ya arkadaş senin iktidarın siyasilerin ülkeyi göz göre göre bölmüş parçalamış sen orada bir iki ülkücü hareketle hem de Abbas Güçlü ve Yeni Türkü'yü protesto ederek mi kurtaracaksın... Adamlar Diyarbakır'ı başkent ilan etmiş, senin başbakanın çıkmış K....stan demiş eleştirilere de; 'tarihe bakın' göndermesi yapmış... Süleyman Demirel'in -katılmasam da - 'dün dündür bugün bugündür' söylemini işine geldiği gibi uyarlamış... 
Haa burada tepki Yeni Türkü'ye olabilir. Sol görüşe karşı bir faşist duruş sergilenmiştir ancak amacından da sapmıştır. Geçmişe bakıyorsunuz Gazi Üniversitesi'nde de aynı grubun konserleri engellenmiş. 
Benim hala anlayamadığım PKK ve bölücülere gösterilmeyen etki ve tepkinin, sanatıyla öne çıkmış bir gruba karşı gösterilmesidir. Tepki verilebilir ama demokratik sınırlar içerisinde. Gerçi bu 'demokrasi' kelimesini sevmiyorum. Herkesin özellikle de günümüz iktidarının önüne 'çok' ekleyerek ve böbürlenerek kullandığı içi boşaltılmış bir kelime... 
Sonuç olarak burada suçlu kim? Abbas Güçlü mü, Yeni Türkü mü? Hedefi doğru belirleyip popilizm yaparak sanal ve sosyal kahramanlar yaratmamak gerektiğine inanıyorum... Hem de ülke bölünürken kılını kıpırdatmayıp sadece izleyen ve oy kovalayan, 'muhalefet' olduğu bile tartışılır hale gelmiş partiler varken...
Genç Bakış'ı tabii ki önemsiyorum ama biraz da REALİST VE MANTIKLI BAKIŞ diyorum... 
Kime göre, neye göre? Tabii ki bana göre...

20 Kasım 2013 Çarşamba

KOMŞUDAN "İTHAL" DİLENCİ

Öğle saatleri... Üsküdar-Kabataş hattı... Motordan indim fünikülere doğru ilerliyorum... Motor teknelerinin yakıt aldığı petrolün kenarından geçerken bir kadın sesi ve talebi:
- SURİYELİYİM. ALLAH RIZASI İÇİN YARDIM EDİN.
Sesi çok dramatik gibi hissedebilirsiniz ama öyle değil. Tok yani... Bir de yanında elinden tuttuğu çocuğu var...
Tabii ki Allah kimseyi düşürmesin... Ama... İşin AMAsı var...
Zamanında yaptığı iyi şeyler de eleştiriye açık eylemleri de (Bazılarını 1 gün de zengin etmeler) bulunan rahmetli Turgut Özal, sınır kapısını açmış peşmergelere "gelin" demişti. Binlerce peşmerge geldi. Sahi onlara ne oldu? Neredeler? Kaçakçılıkla işi götürdüler mi, yoksa büyükşehirlerin otopark mafyaları haline mi geldiler?
Şimdi de şu anki hükümetin insanlığı tuttu ya (YERSEN) açtı kapıları, bir zamanların dostu ESED'den kaçanları kucakladı... Kamplar kuruldu, istenilen bölgelere (bazılarında seçim stratejisi olabilir- bunu zaman gösterecek) yerleştirildi... Garibana "ananı da al git" denirken Suriyeliler'e "GELİN GELİN" dendi...
Geçen gün CNN'de izledim..
Yemek, içme ve şimdilik barınma ihtiyaçları karşılanıyor. Erkeklerin traşları da bedava... Yani üretmeden tüketmek bedava.
Bu imkanların sağlandığı birey çalışma ihtiyacı duyar mı? Gidip 15-20 TL'ye amelelik yapar mı? Yapanı da vardır ama YAPMAZ.
Çünkü nasıl olsa Türkiye Cumhuriyeti devleti veriyor.
Peki şu anda Recep Tayyip Erdoğan'a duacı olan ve yaşadığı şokun etkisinde kalan komşular yarın bir gün bu verilenleri yeterli bulmayacak. Farklı isteklerde ve taleplerde bulunacak. E o zaman ne olacak? Altyapı yok, üstyapı, tarla takım, boş arazi çok. Aç sınırı gelsin, ver yesin... Nereye kadar?
Sen olanlarla baş edemiyorsun bunları ne yapacaksın...
Daha şimdiden vergisiz işi ve hazırı öğrenmişler: DİLENCİ...
Bizim dilencilerimiz bize yetiyordu be abi. İthal dilenciye ne gerek vardı. O da diyor Allah sevdiğine kavuştursun, bu da diyor Allah ne muradın varsa versin?
Bu arada dilenciliğin de EVRENSEL bir dili var galiba...