29 Kasım 2013 Cuma

BELEDİYE BAŞKANI ÇİÇEK GÖNDERDİ


Geçtiğimiz günlerde Üsküdar semt sakini olarak başımızdan geçen olayı anlatayım...
Özelimdir ama genelleştireyim biraz...
Nikahımız Üsküdar Evlendirme Dairesi'nde oldu. Adamlar bizi kayıt altına almış! İyi ki de almış...
Evdeyim zil çaldı... Bizim apartmanda herkes herkesin zilini çaldığı için pek duyarlı davranmadım. Ancak yine de ne olur ne olmaz mantığı ile kapıya yaklaştım...
Merdivenden yukarı doğru çıkan başörtülü bir genç kız "İsmail-Burçak çifti burada mı oturuyor?" diye üst komşuya sordu...
Şaşkınlık içerisinde ben kapıyı açtım.
- Buyrun benim...
- Efendim Üsküdar Belediyesi'nden geliyorum.
- Evet... (Şaşkınlığım devam ediyor)
- Belediye başkanımız Mustafa Kara sizin evlilik yıldönümüzü kutluyor.
Hangi evreye girdim bilmiyorum ama artık şaşırmanın ötesine geçtim...
Haliyle bir çok eşin dostun hayat şartlarından unuttuğu evlilik yıldönümümüzü Üsküdar Belediye Başkanı hatırlıyor! Pardon hatırlamıyor kayıt altına almış...
Ve kızın elinde bir çiçek ve kutlama mesajı...
Büyük bir incelik ve jest...
Teşekkür ettim...
Ha bu olayın yaşandığı gün cuma. Oysa bizim evlilik yıldönümümüz pazar günü.
Adam iki gün önceden mesai saatlerinde kendini garantiye alıyor.
Ve bunun için bayanın altında özel araç var.
O sırada evde olmayan Bebişime geldiğinde çiçeği gösteriyorum ve metni okuyorum... Biraz şoka girse de o da mutlu oluyor ve "ŞAKA GİBİ" diyor... Sloganları HAYALDİ GERÇEK oldu. Evet bizim yaşadığımız da ŞAKA DEĞİL HEPSİ GERÇEK...

Sayın Mustafa Kara'ya teşekkürlerimi sunuyorum. Düşünmesi yeterli...
Ancak insan sormadan da edemiyor?
* Jestin güzel, iç okşayıcı ama kimin parasıyla kime jest yapıyorsun!... Benim paramla bana...
* Ayrıca bunun için belediyenin aracını tahsis ediyorsun ve bir bayan görevlendiriyorsun...
* Abi gerçekten gerek yoktu masrafa ya... 
Fakir fukaraya kömür veya gıda yardımında bulunsanız daha iyiydi dicem ama adamlar onu da yapıyor!
Yani AK Parti, her şeyi düşünüyor. Ekonomik, duygusal ve incelik adına her türlü yaklaşım var...
Muhalefete duyrulur: ADAMLAR ÖYLE YA DA BÖYLE ÇALIŞIYOR ARKADAŞ...





28 Kasım 2013 Perşembe

DEPREMDE NE YAPILMALI?

İTÜ Öğretim Görevlisi Afet Yönetimi Uzmanı Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, GENÇ BAKIŞ'ta anlattı: Depremde yapılacak ilk eylem:
Çök-kapan-tutun...
Kırılacak, patlayacak metallerden uzak durulmalı...
Yatağın yanına bir çift ayakkabı konulmalı.
El feneri olmalı.
Dersteysek sıra veya masa altı.
Merdivenler ve balkonlar en tehlikeli yerler.
Deprem yakın bir fay hattında olursa ayakta durmak mümkün olmayabilir.
Deprem olduğunda dışarı çıkmak bazen daha tehlikeli olabilir. Çünkü yukarıdaki her şeyin üzerinize düşme ihtimali yüksek.
Bina sağlamsa içeride kalmak gerek.
Öncelikli olarak bina sağlam olacak.
Eşyalar sabitlenecek.
Üçüncüsü de bilgi sahibi olunmalı.
ÖNE ÇIKAN SÖZLERİ:
Japonya'da deprem sürekli var.. Çözümü olsa onlar çözüm bulurlar. Onlar beraber yaşamaya alışmışlar ve önlemlerini sağlam almışlar.
Marmara depreminde deprem yüzünden sadece 1 kişi öldü. Fabrikada işçi fay hattına düştüğü için öldü. Diğerlerini binalar ve panik öldürdü...



BABALAR VE KIZLARI

Futbolda teknik adamlar önemli figürlerdir...
Kazanınca en büyük pay ve etki onlarındır...
Bu anlamda sesleri solukları çıkmaz pastanın kremasını yerler...
Kaybettikleri zaman ise "Daha yeni geldim. Ben sihirbaz değilim. Zamana ihtiyacım" klişeleri vardır.
Tıpkı şu anda Roberto Mancini'de yaşananlar gibi.
Ya arkadaş tamam sihirbaz değilsin ama 11'e 11'de Real Madrid'e yenilmen normal.
Ancak 10 kişi kalmış bir rakibe karşı fark yemen sihirbaz (!) işi...
Sonrasında kızı çıkacak defansa tepki gösterecek, babasına zaman isteyecek...
Bari sen girme be topa... Hele hele taraftarla ikili mücadeleye girip sakata gelme...
Gerek yok... Hele hele kurumsal bir kimliğe çok büyük önem veren SAYIN Ünal Aysal'ın başkan olduğu bir kulüpte..
Haa fikir babasını da unutmayalım hakkını yemeyelim: BÜLENT TULUN...
NOT: Unutmadan bu sadece Mancini ve kızı için geçerli bir durum değil. İmparator Fatih Terim'in kızı da zaman zaman maç sonları sosyal mesaj olayına girerdi. Ne gerek var ya...


25 Kasım 2013 Pazartesi

HAAAYDAAAAAAA


Hayat... Ha ile başlar...
Şaşırmalar...
Gaza getirmeler (Argoda mikserlik)...
Etki ve tepkiler...
HA ile verilir.
Bunların değişik versiyonları vardır...
Mesela...
Şaşırma: HADİ YA...
Gaza getirme (ROK veya KOR yani Rasim Ozan çok iyi yapar): HAYDAAA...
Etki ve tepki: HAA S...TİR...
Nereden ve nasıl baktığına bağlıdır. Son iki kelime küfür gibi görülebilir ama aynı zamanda da tebessümle ifade edildiğinde hayatı fazla ciddiye almak gerekmediğini de gösterir...
Ki ben öbür tarafa giderken bile HA S...TİR'i kullanıp tebessüm etme temennisinde olan biriyim...
Biz buna kısaca HAYAT diyoruz...
Tıpkı her yüz ifadesinde hayatın ve yılların izi olan fotoğraftaki müthiş figür gibi...

'GIRGIR' GEÇMİYORUM ÇOK CİDDİYİM: GÜZEL OLMUŞ


23 Kasım 2013 Cumartesi

İLK KEZ ORKESTRA GÖREN NİNE...



Osmaniye Düziçi'ne özgü yöresel bir yaşanmış hikakeyi anlatayım...
Yaşlı bir nine (nene) köyündeki bir düğüne gider.
Hayatında ilk defa orkestra görür (Bu yıllar önce yaşanan bir olay tabii ki)...
Nine haliyle bateristin hal ve hareketlerine şaşırır...
Teşbihi ise inanılmazdır...
Hayatında tarladan başka bir şey görmemiş olan ninemiz benzetmesini de tarım aletlerine dayanarak yapar ve baterist için:
- Anam o neci kele... Adam bir gobliye bir saca vuruyor.
Bunun anlamı ve açılımı şudur... Gobli genelde yer fıstığı ekiminde kullanılan traktörün arkasında bir kişinin oturarak içine tohumlar attığı tarım aleti. Yani trampeti anlatıyor...
Saç ise yine tarlayı sürerken kullanılan tarım aleti...

******************


Bu ise ananim... Çift katlı otobüsler daha yeni çıkmış. Yine bir nineyi (yukarıdaki değil) otobüste ikinci katta en öne bindirirler İstanbul'dan memlekete gönderirler...
Yolculuk sırasında ninenin yüreği ağzına gelir ama sonuçta yolculuk tamamlanır.
Yolculukla ilgili duygu ve düşüncelirini ise köydeki ahaliye şöyle anlatır:
- YAVRUM. ŞÖFÖR DE YO DU. GAZA YAPMADAN EYİ GELDİK...

ÇAY VAKTİ!

 
DEMLİKTE KALAN ÇAYI ATMAYIN !
Boğaz ağrılarında
Posaları süzülp soğuyan demi boğaz ağrılarında ­gargara olarak kullanılır.

Buzdolabınız koku mu yapıyor? 
Demlikte kalmış çay posalarını kurutup bir kap içinde buzdolabının orta rafına yerleştirin, kokudan eser kalmayacaktır.

Cildiniz çok mu yağlı? 
Banyodan çıkmadan son su olarak bir çaydanlık çay ile teninizi oğuşturun, balsam vazifesi görün.

Derinizdeki yaraların temizlenmesi
Çayı, derinizdeki yaraların temizlenmesi ve antibiyotik etki göstermesi için pamukla tatbik ederek kullanabilirsiniz.

Eliniz balık, soğan mı kokuyor?

Balık ayıkladınız, ellerinizi sabunla yıkadınız ve hala balık kokuyor. Ya da soğan soydunuz, soğan kokuyor. işte kurtarıcınız yine çay. Elinizi demli çayla yıkayın. Bakın bakalım hiç koku kalmış mı?

Gözünüz çapak mı yapıyor? 
Kaynamış çayı bir tasa koyup buharı gözünüze gelecek biçimde başınızı üstüne koyun. Ya da ılık çaya batırılmış gözlerinize ve etrafına tatbik edin.

Saçınız mat mı? 
Saçınızı şampuanladıktan sonra son su olarak bir çaydanlık ılık çayla durulayın. Bakın saçlarınız nasıl ışıl ışılıyor.

Yemek yerken dilinizi mi ısırdınız?
Yine ilacı demlikteki çaydır. Ağzınızı günde üç defa çalkalayın, diliniz dokuz yerine üç günde iyileşecektir.
 
Ayağınız mı kokuyor? 
Ilık çay dolu bir leğene ayaklarınızı daldırın ve her akşam yatmadan önce 10 dakika tutun. 10 günde koku diye bir şey kalmayacaktır.
KAYNAK: www.neleryokki.org

22 Kasım 2013 Cuma

BU ROZETİ HEPİMİZ TAKMALIYIZ


Orta yaşlı ve düzgün giyimli bir adam sessizce kafeye girerek köşedeki masaya oturur.
Garsona sipariş vermek için beklerken yan masadaki gençlerin kendisine bakarak gülüştüklerini fark eder. Belli ki yakasına taktığı küçük pembe kurdele şeklindeki Rozetine gülmektedirler. Bu alaylı bakışları görmezden gelen adam, yan masadakilerin bu ısrarlı sırıtmalarına dayanamayarak elini lacivert ceketinin yakasındaki rozete götürerek,
'Bu mu?' diye bakışanlara sorar.
Yan masadakiler yüksek sesle gülerek,
'Küçük güzel Pembe kurdeleniz lacivert ceketinize pek de yakışmış!
' diyerek sırıtmaya devam ederler.
Orta yaşlı adam bu sözü söyleyen delikanlıya dönerek,
'Lütfen masama buyurun bunu tartışalım'
der.
Biraz önce tüm sevimsizliğiyle sırıtan delikanlı sebebini anlamadığı bir utanma ve sıkıntı hissine kapılsa da gelip masaya oturur.
Adam anlaşılır ve yumuşak bir sesle,
'Bu Rozet tüm dünyada, içinde olduğumuz ayda, kadınların arasında meme kanseri bilincini yaygınlaştırmayı ifade ediyor.
Ben bu rozeti annemin adına takıyorum'
der.
Bu açıklama karşısında başkalaşan delikanlı,
'Çok üzüldüm, anneniz meme kanserinden mi öldü
' diye sorar.
'Hayır'
diye cevap verir orta yaşlı adam ve devam eder:
'Annem sağ. Küçük bir çocukken kendimi yalnız hissettiğim korkulu anlarımda her zaman başımı saklayabileceğim ve huzur bulacağım yumuşak bir yuvadır annemin memeleri. Annemin sağlığı için dua ediyorum.
'Hımmm' diye kekeler delikanlı.
'Bu rozeti karım için takıyorum' diye devam eder orta yaşlı adam.
'Karınız da herhalde iyi' diye sorar delikanlı.
'Evet, evet' der adam
'Karım benim için aşk ve sevgi kaynağı olmuştur her zaman. 23 yıl önce sevgili kızımızı beslemiştir memesiyle. Karımın sağlığı için Allah'a şükrediyorum.'
'Sanırım kızınızın sağlığı için de takıyorsunuz?
'Hayır.... Kızımı bir ay önce meme kanseri nedeniyle kaybettik.
Yaşının çok genç olduğunu düşünerek ihmal etmiş memesinde fark ettiği kitleyi. Bu nedenle geç kaldık.'
Genç delikanlı, yüzündeki utangaç ve üzüntülü bir ifadeyle,
'Çok üzgünüm bayım. Özür dilerim' der...
Orta yaşlı adam 'Kızımın anısına öğünerek takıyorum Bu küçük pembe kurdeleyi. Bu sayede çevremdekileri de aydınlatabiliyorum. Şimdi evine git, karınla, kızınla, annenle konuş' deyip cebinden çıkardığı küçük pembe kurdele rozetini uzatırken, delikanlı öne eğilir ve takmama yardım edebilir misiniz?' diye mahçup mahçup sorar.
Bu öyküyü Türkiye Meme Vakfı'ndan Dr. Can Gürbüz gönderdi..
Öykünün altına bir de not düşmüş:
'Bir mumun, diğer mumu yakarak aydınlatmasıyla kaybedeceği hiçbir şey yoktur..'
Lütfen bu hikayeyi yayarak diğer mumları da aydınlatın...
TÜM AYDINLIKLAR KADINLARIN OLSUN...

NOT: Ben de hikayeyi Nermin Abla'dan aldım. TEŞEKKÜRLER...

21 Kasım 2013 Perşembe

GENÇ, REALİST VE MANTIKLI BAKIŞ


Dün gece Kanal D'de Abbas Güçlü'nün Genç Bakış'ı vardı... Vardı ama bir anda yayından kalktı. Kayseri Erciyes Üniversitesi'ndeki programda konuk Yeni Türkü Grubu'ydu. Bir grup öğrenci "Ölürüm Türkiyem" şarkısını söyledi. Sonra bunlara salonun geneli katıldı. İyi güzel. Buraya kadar normal. Zaten görüntülerden de izlerseniz Abbas Güçlü ve konuklardan her hangi bir olumsuz tepki olmadığını görürsünüz. Ancak sonrasında siyasi boyut kazanan bir duruma dönüştü sanırım. Abbas Güçlü ayaklanan bir grubu kontrol etmek istedi, başaramadı ve sonrası ortalık karışmış. Görüntüleri az çok videolardan ve haberlerden, sosyal medyadan takip ettim.
Bir anda Abbas Güçlü ve Yeni Türkü vatan haini haline getirilmek istendi. Ya arkadaş senin iktidarın siyasilerin ülkeyi göz göre göre bölmüş parçalamış sen orada bir iki ülkücü hareketle hem de Abbas Güçlü ve Yeni Türkü'yü protesto ederek mi kurtaracaksın... Adamlar Diyarbakır'ı başkent ilan etmiş, senin başbakanın çıkmış K....stan demiş eleştirilere de; 'tarihe bakın' göndermesi yapmış... Süleyman Demirel'in -katılmasam da - 'dün dündür bugün bugündür' söylemini işine geldiği gibi uyarlamış... 
Haa burada tepki Yeni Türkü'ye olabilir. Sol görüşe karşı bir faşist duruş sergilenmiştir ancak amacından da sapmıştır. Geçmişe bakıyorsunuz Gazi Üniversitesi'nde de aynı grubun konserleri engellenmiş. 
Benim hala anlayamadığım PKK ve bölücülere gösterilmeyen etki ve tepkinin, sanatıyla öne çıkmış bir gruba karşı gösterilmesidir. Tepki verilebilir ama demokratik sınırlar içerisinde. Gerçi bu 'demokrasi' kelimesini sevmiyorum. Herkesin özellikle de günümüz iktidarının önüne 'çok' ekleyerek ve böbürlenerek kullandığı içi boşaltılmış bir kelime... 
Sonuç olarak burada suçlu kim? Abbas Güçlü mü, Yeni Türkü mü? Hedefi doğru belirleyip popilizm yaparak sanal ve sosyal kahramanlar yaratmamak gerektiğine inanıyorum... Hem de ülke bölünürken kılını kıpırdatmayıp sadece izleyen ve oy kovalayan, 'muhalefet' olduğu bile tartışılır hale gelmiş partiler varken...
Genç Bakış'ı tabii ki önemsiyorum ama biraz da REALİST VE MANTIKLI BAKIŞ diyorum... 
Kime göre, neye göre? Tabii ki bana göre...

20 Kasım 2013 Çarşamba

KOMŞUDAN "İTHAL" DİLENCİ

Öğle saatleri... Üsküdar-Kabataş hattı... Motordan indim fünikülere doğru ilerliyorum... Motor teknelerinin yakıt aldığı petrolün kenarından geçerken bir kadın sesi ve talebi:
- SURİYELİYİM. ALLAH RIZASI İÇİN YARDIM EDİN.
Sesi çok dramatik gibi hissedebilirsiniz ama öyle değil. Tok yani... Bir de yanında elinden tuttuğu çocuğu var...
Tabii ki Allah kimseyi düşürmesin... Ama... İşin AMAsı var...
Zamanında yaptığı iyi şeyler de eleştiriye açık eylemleri de (Bazılarını 1 gün de zengin etmeler) bulunan rahmetli Turgut Özal, sınır kapısını açmış peşmergelere "gelin" demişti. Binlerce peşmerge geldi. Sahi onlara ne oldu? Neredeler? Kaçakçılıkla işi götürdüler mi, yoksa büyükşehirlerin otopark mafyaları haline mi geldiler?
Şimdi de şu anki hükümetin insanlığı tuttu ya (YERSEN) açtı kapıları, bir zamanların dostu ESED'den kaçanları kucakladı... Kamplar kuruldu, istenilen bölgelere (bazılarında seçim stratejisi olabilir- bunu zaman gösterecek) yerleştirildi... Garibana "ananı da al git" denirken Suriyeliler'e "GELİN GELİN" dendi...
Geçen gün CNN'de izledim..
Yemek, içme ve şimdilik barınma ihtiyaçları karşılanıyor. Erkeklerin traşları da bedava... Yani üretmeden tüketmek bedava.
Bu imkanların sağlandığı birey çalışma ihtiyacı duyar mı? Gidip 15-20 TL'ye amelelik yapar mı? Yapanı da vardır ama YAPMAZ.
Çünkü nasıl olsa Türkiye Cumhuriyeti devleti veriyor.
Peki şu anda Recep Tayyip Erdoğan'a duacı olan ve yaşadığı şokun etkisinde kalan komşular yarın bir gün bu verilenleri yeterli bulmayacak. Farklı isteklerde ve taleplerde bulunacak. E o zaman ne olacak? Altyapı yok, üstyapı, tarla takım, boş arazi çok. Aç sınırı gelsin, ver yesin... Nereye kadar?
Sen olanlarla baş edemiyorsun bunları ne yapacaksın...
Daha şimdiden vergisiz işi ve hazırı öğrenmişler: DİLENCİ...
Bizim dilencilerimiz bize yetiyordu be abi. İthal dilenciye ne gerek vardı. O da diyor Allah sevdiğine kavuştursun, bu da diyor Allah ne muradın varsa versin?
Bu arada dilenciliğin de EVRENSEL bir dili var galiba...

18 Kasım 2013 Pazartesi

ÇARŞAF MEYDANI

 Taksim... Alfabetik anlamda baktığında ortaya hafif dikeye yakın bir çizgidir... (ŞEKİL /)

Tarihine baktığında reel anlamıyla su taksiminin yapıldığı, siyasi tarihine baktığında ise özgürlük mücadelesinin, hakların savunulduğu ve bu uğurda kanların döküldüğü çok ama çok önemli bir "meydan" okumamızdır.
İşçisinden korkan hükümetlerin 1 Mayıs'ına bile izin vermediği ve polemik haline getirdiği fikirlerin, sistemin ve insanların hem buluşma hem de mevcut iktidarla çatışma yeridir.
Hala sıcaklığını koruyan GEZİ'lesi, her hangi bir ideolojisi olmadan ideolojiye dönüşen ağacın kökünü ülkenin dört bir yanına saldığı alandır.
Yaklaşık 18 yıldır İstanbul'dayım. Taksim ilk yıllarımda haftanın 1 günü selam verdiğim, vakit geçirdiğim bir sosyal mekanlar eğlencesiydi... Son 10 yılda ise hemen hemen her gün ikametgahımdan daha öte hale gelen bir çok yerinde ve bölgesinde ayak izimin olduğu Taksim'de, yabancı profilinde inanılmaz bir değişim var. İş yerimin (Yanlış anlamayın dükkanım yok ameleyim :)))) Talimhane yani oteller bölgesinde olmasından dolayı daha bir iç içe ve kıç kıçayız.
Eskiden İspanyol, Alman, Fransız yani Batı'ya kayan bir turist kitlesiyle sık sık karşılaşmanıza rağmen son 2-3 yılda bu kitle doğuya kaymış durumda. Ve giyimine kuşamına saygı duymak gerek ama meydanı ÇARŞAF kaplamış durumda... Genelde, İranlı, Iraklı veya genel anlamıyla Arap kökenli turistler. Erkekleri genelde saç ektirmeye geliyor. Bayanları ise sanırım gezmeye... Bayan mı onu da bilemiyorsunuz çünkü çarşafın içinde gözleri bile görünmüyor... Ne var bilemiyorsunuz!...
Verilene göre İstanbul'a son 10 ayda gelen turist sayısı yüzde 12 artış göstermiş. Toplamda 9 milyon turist ziyaret etmiş. Ve ülke sıralamasına baktığınızda (Yandaş medyada çıkan haberler) şöyle bir tablo var:
Rusya
Amerika
Fransa
İngiltere
İtalya
İran
Hollanda
Libya
Irak
Suudi Arabistan
Ukrayna
Azerbeycan
İspanya
İsveç
Tabloya bakıyorum bir de Taksim Talimhane'de oteller bölgesinde gördüklerime sanırım hep bana Libya, Irak, Suudiler denk geliyor. Esnafı bile artık o bölgenin nasıl zengin olduğunu ve buradan dükkan alabildiğine anlam veremediğim Arap dünyasından.
İktidarın gelişim ve değişim profili Taksim Meydanı'ndaki kitleye bakıldığında daha iyi görülür sanırım.
Bir söz vardır: MAL BATIYA KAYDI...
Sanırım bizim MAL ve ilişkilerimiz tamamen DOĞUYA kaydı...
HAYIRLISI...



 

16 Kasım 2013 Cumartesi

İNTİHARA ŞÖFORÜN İNANILMAZ TEPKİSİ

Gece gazetenin aracıyla eve doğru yol alıyoruz. Boğaziçi Köprüsü'ne doğru yaklaştığımızda her zamanki gibi trafik var. Biz de klasikleşen "Hayırdır kaza mı var?" söylemini tekrar halindeyiz... Şöfor arkadaş genç tiz sesli ve konuştukça sempatikleşen bir hal içerisinde... Trafikle ilgili bir anısını anlatıyor:
Abi geçen gün köprüde bir trafik var inanılmaz. Bir ara dayanamadım araçtan indim önde ne var diye baktım. Abi ön taraf bomboş. Saat 07.00-07.30 gibi. Hem de milletin işinin gücünün yoğun olduğu saat. Çıkmış birisi intihar edecek. O saatimi buldun. Çok sinirlendim. Olay yerine yaklaştım polisler konuşuyor ikna etmeye çalışıyor. Aracın içinden polis memurunu bağırdım:
- Ya bırakın atlasın. Ne ikna etmeye çalışıyorsunuz. Bu saatte intihar mı olur!. Şu trafiğe bakın.
Polis memuru şaşkın şaşkın bana baktı bir şey demedi. Aracın arkasında bir bayan vardı gülmekten yerlere attı kendini. Abi gerçekten çok sinirlendim. İnsan biraz düşünür. Milletin işi gücü var diye. Atlayacak adam zaten beklemez atlar. Bu kenarda duruyor.
BU DA HAYAT TRAFİĞİ İŞTE... HERKES FARKLI BİR YOLDA İLERLİYOR...

İŞÇİSİN SEN İŞÇİ KAL

Geçtiğimiz günlerde evimizde tesisatçıya ihtiyacımız oldu... Mahallemizden bir elektrikçi ağabeyin kartını almıştık. Aradık ilk gün olmadı (saatimiz uymadı), ikinci gün tesisatçı abi 'Üzerim çok pis yarın gelsem' dedi, saygı duyduk 'tamam' dedik. Üçüncü gün de saatlerimiz uyladı ve dördüncü gün sabah "ARTIK OLSUN" dedik ve oldu.
Abi geldi, işlerini halletti. Halletti halletmesine ama artı eksi fikir vererek, akademisyen edasında bilgilendirmede bulunarak işini yaptı. Samimi, içten ve sıcak bir havası vardı.
Merak ettiğimiz bazı konularda da fikrine başvurduk o konularda da ikna edici ve tecrübeyle sabit yorumlarda bulundu.
Arz talep ve emek sonucunda iş ödemeye geldi. Borcumuzu sorduk komik bir rakam çıkardı. Diğerlerinden kazık yemeye alıştığımız için... Her neyse ödemeyi yaptık ancak ben de BEBİŞİM de esktra ödeme ihtiyacı hissettik. BEBİŞİM ve ben birbirimize baktık jestte bulunmak istedik ancak bozuk paramız yoktu. Abinin samimiyetine ve sıcaklığına güvenip direkt onunla paylaşmak istedik.
- Abi bozuğun var mı?
- Hayırdır ne yapacaksınız?
- Abi sana emeğine karşılık vermek istiyoruz.
- Kesinlikle kabul edemem. Ben almam gerekeni aldım.
SAMİMİYETİ KADAR CEVABI DA ŞAŞIRTICI...
Ve abi gitti ben ve BEBİŞİMİN ortak düşüncesi ve temennisi:
Allah böyle insanları başımızdan eksik etmesin. Daha da çoğaltsın

*****

Ve gelelim bir kaç gün sonrasında bu kez tesisatçı değil ama servis elemanı ile yaşadığımız durum... Doğalgazda promlem oluştu. Görüntü var, Ses çok falan filan... Çözülemedi. Bakım sonrası ses ve sorun daha da arttı. Tekrar çağırdık. Durumu anlattık, deyim yerindeyse muhabbet ettik. 
Hiçbir işlem ve eylem yapılmamasına rağmen fatura çıkarıldı...
Açıkcası vermek istemedim. Hem de hiç. Ve bunu dile getirdim.
Ancak servis elemanı "Abi ben de işçiyim ama sistem böyle" dedi.
Evet maalesef sistem böyle... Şunu kabul ediyorum: Oraya gelmenin bir maliyeti var ama bu maliyet o istenen rakam olmamalı...
Sonuç olarak 1 ay içerisinde iki farklı işçi ve sistemle yaşadığımız durum buydu.
Bizde pozitif etki bırakan tesisatçı abiyle ilgili düşüncemiz:
İŞÇİSİN SEN İŞÇİ KAL. PATRON OLUP DEĞİŞİME VE SİSTEMİN MUTASYONUNA UĞRAMA...
 

TOTO DAYI

Muhabirliğim dönemi... Bir hastanede (devlet hastanesi) yaralı bekliyoruz... İşimiz bu... Küçük de olsa sürekli oturduğumuz kulübe tarzı bir mekanımız mevcut. Hastane bahçesinin müdavimi ve ikametgarı orada olan bir dayımız var. Lakabı TOTO... Kimseye bir zararı yok. Onun ana tüketim maddesi (kimine göre milli kimine göre çakma içeceğimiz) RAKI... Başka hiçbir şey istemez. Yeter ki rakısı olsun... Yanımıza uğrar kendince masasını (yere gazete serer rakısını koyar bardağını çıkarır) kurar bir duble rakısını keyif içerisinde çeker...
Özeline pek girmez, ser de vermez sır da... Ama yanımızda oyalanır.
İşte onlardan birinde yaz havası dışarıda banklarda otururken bir hasta yakını da orada. Hasta yakını işitme engelli iri yarı 25'lerinde bir genç.
TOTO dayı da ayakta sağa sola sallanmakta.
O sırada da bir şeyler konuşmakta.
Bir anda işitme engelli arkadaş (kendisine küfür ettiğini düşündüğü) TOTO dayıya kafa attı.
TOTO dayı yerde nakavt durumunda...
Bir anda alnının ortası kıpkırmızı...
Hepimiz şaşkın.
Ne olduğunu anlamıyoruz. Yerde yatmakta olan TOTO dayıdan bir kaç cümle dökülüyor:
- İYİ GÜZEL VURDUN AMA DAHA MAÇ BİTMEDİ. BUNUN RÖVANŞI VAR.
Şok üstüne şok yaşıyoruz. Gülsek mi üzülsek mi ne yapacağımızı bilemez bir haldeyiz. Kaldırmaya çalışıyoruz. Düşünün sağlam bir kafa yiyen TOTO dayı o halde bile çok ama çok ince espri yapıyor. Sanat icra ediyor...
Sanat demişken; TOTO dayının bir zamanlar Resim öğretmeni olduğunu duyuyoruz.
Karısını çok sevdiğini ancak çok yakın dostuyla eşini uygunsuz bir durumda yakalaması sonucu bu durumlara düştüğü en yakın dostuğunun artık RAKI olduğunu öğreniyoruz.
TOTO dayı ile ilginç bir hikayem de şöyledir:
Bir gün kendime ayakkabı aldım. Daha yeni ilk defa giymişim. TOTO dayının yaklaşımı:
- O güzelmiş. Kaç numara... Çıkar da bir bakayım.
(O an çıkaramadım ama sonra başka bir ayakkabı ile bu merakını giderdik)