9 Haziran 2008 Pazartesi

AĞVA TURU



Gezelim, görelim, yazalım kısmına kısa da olsa bir ekleme yapayım. Pazar günü monoton giden hayata bir renk katmak adına dostum Ahmet'le günübirlik bir tura katılmaya karar verdik. Ve mekan olarak doğayla bütünleşmek için Ağva'yı seçtik... Sadece gözlemi değil yaşanan ve çıkarılan mesajları da ilave edelim... Sabah 4 gibi işten çıktım. Ayaklarım taksiye binmeyi değil yürümeyi emretti. Mecidiyeköy'e kadar yürüdüm. Ve açık bir börekçi gördüğümde benim için o gece noktalanan iş hayatının birileri için yeni başladığını tezgaha yeni çıkan sıcacık poğaçaları koyan genç birini görünce farkettim... Neyse eve geldim Ahmet'i kaldırdım... Beraber çıktık yola. Taksim AKM önünde beklerken bizimle aynı kaderi paylaşan ve tura çıkan insan kalabalığına bakarken şaşkınlığımızı gizleyemedik... Oysa biz yıllar boyunca hafta sonları o saatlerde hep uyuyorduk veya güzel gerçeklerden uzak olarak uyutuluyorduk. Ama o gün çok farklıydı. Beklediğimiz turun aracı geldi, kısa metrajlı güzel filmin "motor" kısmı başladı. Yaklaşık 2 saat sürüyor. Öncesinde Ağva yolu üzerinde bir köy evinde rehberin aldığı poğaçaları yiyoruz... Çayı yaşını sonradan öğrendiğimiz 68 olan ama 50 altı gösteren bir teyze getiriyor. Onun bu yaşında çalıştığını görmek zorumuza gidiyor ama... Ve teyzenin iç dünyasını görmek adın içeri girdiğimde aldığım koku bana köyümü hatırlatıyor... Teknolojiden uzak odunlar kenara yığılmış ve çay sobanın üzerinde... 3 demlik çay hazır bizi bekliyor... Çay öncesi lavabo ihtiyacı için tuvalete girdiğimde manzara da şaşırtıcı. Ancak bu kadar doğal olur :))) Ve köy tuvaletini andıran görüntünün hemen arkasında deve kuşu hesabı toplar gibi size bakıyor (Ahmet deve kuşunun nasıl yumurtladığını canlı canlı çekme başarısı ve şansına erişti) Sonrası 15 kişilik küçük bir minibüsle tekrar yola koyulduk. Tanışma faslı başladı. Rehberimiz Mehmet biyoloji bölümü mezunu olmasına rağmen bir o kadar sosyal ve kültürlüydü. Zaman zaman sağlık dersi verdi, güzeldi... Tanışma faslı başladı... İkişerli gruplardı genelde ve bir de aile katıldı bize. Berre adında küçük çok tatlı bir kızları vardı... Herkes kendini tanıttı, bazıları gizemli kalmayı tercih etti.... Minibüsün havası, iletişim sonrası daha bir sıcak hale geldi... Hacıllı köyüne geldiğimizde ihtiyaçlar giderildi ve öncesinde 4 bin 200 metre denilen ama sonrasında en az 7 kilometre olduğunu düşündüğümüz doğaya yürüyüş başladı. Köyde sinekler bizi karşıladı, sokağa itilmiş köpeklerden birisi 'ben size rehberlik ederim' der gibiydi... Tur boyunca bize eşlik etti. Köyün içerisinden geçerken kabile reislerinin çadırını andıran odunlardan yapılmış görüntüler dikkatimizi çekti. Bazıları için için yanıyordu, bazılarını ise köylüler özenle yerleştirmekle meşguldü. Ve o aynı boy olan kısa ve düzgün kesilmiş ağaçlardan odun kömürü elde edildiğini öğrendik. Onlar günlerce için için yanarmış...
Kene korkusu içimizi kaplasa da "atın ölümü arpadan olsun" misali doğaya kendimizi teslim etmeye hazırdık. Hedef "Kurudere Şelalesi"ydi... Dereyi gördük, paçaları sıvamadık... Çünkü suyu azdı ve geçit için taşları kullandık... Doğanın içindeydik... Solumuzda dere, sağımızda ise insanların dokunmasına izin verilmemiş doğayla başbaşaydık. Yağmur bekliyorduk ama güneş bizi selamlıyor sanki "hoşgeldiniz" diyordu... Bu sırada rehberimiz Mehmet benim için büyük anlamı olan (bayandan almayı isterdim :))) çikolatalı gofreti ikram olarak sunuyordu. Kısa anlatımlar ve yavaş yavaş grupla şakalaşmalar sonrası şelaleyi merak ediyorduk... Oysa adı üstünde Kurudere Şelalesiydi. Yılın belli bölümlerinde akıyordu. O da kürüsel ısınmaya yenik düşüyor veya kayalar o dönem ağlamayı bırakıyordu... Yaklaşık 1 saati bulan yolculuk sonrası geldiğimiz bölge, kayaların arasına sıkıştırılmış, akıntıyı bırakıp bir hayli durgunlaşmaktan renk değiştirmiş "Kurudere Şelalesi" bölgesiydi...
Kayalar yosunlarla kimliğini gizleyen bir görüntüye dönüşmüş, alt kısmında ise dikitlere dönüşen küçük ama güzel görüntüler vardı. Bu sırada yukarı tırmanırken kırık merdiven düz olan bu tura az da olsa düşme korkusuyla adrenalin katmıştı... Dönüş başladı... İlk dereyle tanıştığımız bölgede bizi bekleyen sucuk partisi vardı... Mangal yakılmış, ekmekler hazırlanmış. Bu arada dönüşte ayakkabıları çıkarıp dereden geçmek veya geldiğimiz yönden geri dönmek vardı. Bazılarımız dereyi geçene kadar selam vermeyi tercih etti. Tam dereyi geçtiğimizde ise erik ağacı tüm meyvelerini bize verdi...

Mangal faslı öncesi Ahmet'le ihtiyaç olan doğallığı seçip elimizdeki küçük suları döktük (Çaktırmayın)... O bölgede gürül gürül akan derede eller yüzler yıkandı... Yaklaşık 1 saate yakın süren dinlenme faslı sonrası rota Ağva merkezdi. İsteyen denize girebilir, isteyen tura çıkabilir ve isteyen özgür takılabilirdi. Gelirken uğradığımız köy kahvesinde bizi bekleyen sürpriz vardı... Çay içmek ve ihtiyaç gidermek için uğradığımız kahvede oturan yaşlı bir ağabeye selam verdim sanki borçlu çıktım.... Amca öyle bir soru sordu ki şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemedim...
- Derede benim kopyalarımı gördün mü?
Biraz düşünüp "bu ne diyor" sorgusu sonrası verdiğim cevap ise
- İnsanlar vardı ama size benzemiyor amca...
Bu şaşırtan sorunun perde arkasındaki anlatım amcayı ele verdi Allah'tan...
- Benim kopyalarım orada kadınlara tecavüz ediyormuş... Moda'da da yakalanmış... Ben emniyet amiriyim...
Amca yaşayacağını yaşamış, kristalleri eskidiği için kasetleri sarmaya başlamıştı... Bizim gruptan konuyu ilk dinleyen ve inanan abla amcanın beklediği soruyla gaza gelmiş kaseti bir daha sardırmıştı. Ve mesleğine (olmayan) yaşadıklarına isyan ediyordu.
- Benim hesaba geçen gün 65 milyar göndermişler anında çalınmış... Şu anda cebimde sadece 10 milyon var. İstanbul'a gitmek istiyorum gidemiyorum... Bırakacağım bu mesleği. Ne silah var ne birşey...
Kahveci abi de gülerek amcanın psikolojisini gruptaki insanlara anlattı.
Ve minibüse bindiğimizde rehbere takılamadan edemedik...
- Bunu siz mi ayarladınız... Bu muabbet tura dahil mi?
Yaklaşık yarım saatlik yolculuk sonrası Ağva'ya geldik. Meşhur Şile bezi olayı... 'Anısı olsun' diye 14 YTL'ye bir gömlek aldık. Rehberimiz Mehmet ve ulaştırmadan görevli olmasına rağmen zaman zaman bize rehberlik eden Fatih de tekne turu tercihimize katıldı... Ben Ahmet, 4 bayan ve bir sevgili çift... Deniz ve Göksu Deresi nehri alternatifi vardı. Ahmet'le ikimizin tercihi denizdi ama insanları da bizim egolarımız adına esir etmek istemiyorduk. Kaptan'ın önerisi de dalgaya rağmen deniz olunca bizim soyunmamız kaçınılmazdı. Dalgalar yükseliyordu ama Ahmet'in denize girme aşkı beni de etkiledi. Yalnızlığını paylaşmak adına tanımadığımız insanların içinde utana sıkıla soyunup denize atladık. Buz kestik... Aşkı balıkçı olan ama denize açılıp geri dönmediği için intahar eden Gelinkaya'nın önünde Karadeniz'le bayağı bir serinledik... Dönüşte kendi çapımızda koro oluşturduk, bilip bilmediğimiz şarkılara eşlik ettik. Sonrası güzel sohbetler ve paylaşımlar ve kısa bir güne sığdırılan uzun tatlı anılar... Girişte kısa demiştim ama sanırım yaşananlar o kadar kısa değildi... Herkese tavsiye ederim... Bu arada fiyatı da 49 YTL idi...

2 yorum:

petit dedi ki...

Şu Ağva denen yere hayranım. Hiç gitmedim ve gidemediğim her sene içimde bir hasret büyüyor. Hayalim şöyle ırmak kenarında misss gibi havada 2 ağaç arasında hamak keyfi yapmak.

Yasemin Yıldırım dedi ki...

Valla yazıyı okur okumaz bizim kızlara baskıya başladım. Çok merak ediyordum Ağva'yı. Şimdi iyice merak etmeye başladım. İlk olarak İstanbul Masalı'nda görmüştüm. Hani Esma kafasını dinlemek için kaçmıştı. 49 ytl.'ye bir haftalık tatilde yaşanacak kadar anıyla dönmüşsünüz süper ya. Burnumuzun dibindeki güzellikleri ne kadar geç farkediyoruz değil mi?