27 Ocak 2014 Pazartesi

BEN SENİ SEVDUĞUMİ...


Yine hayat telaşesi ve klişesinden biri...
İşe doğru yollardayım...
Aslında yol değil, İstanbullular için en ucuz (3 TL-Basın kartına beleş) psikolojik terapi aracı Üsküdar-Kabataş hattındayım...
Öğle saatleri olmasına rağmen insanların bedenleri değil ama ruhları yorgun. Haliyle o da bedene vurgun...
Herkes kendi kabuğuna çekilmek ister gibi boş ve köşe kapmaca oynar halde...
Köşeler dolu...
Kısa süreli bir bekleme sonrası start veriliyor ve motor üzerinde taşıdığı yükü sorunsuz bir şekilde Kabataş iskelesine bırakmak için kaptanın emriyle kulaç çırpıyor...
Hava güzel, deniz biraz dalgalı... Yolcuların bakışları ferini kaybetmiş ve anlamsız...
Koltuklar 4'erli... Ortada ise ince bir masa...
Motorun önleri arka kısma göre biraz daha sıkı fıkı. Çünkü insanlar hastanenin aciline yetişir gibi nedensiz bir koşuşturma içerisinde...
Nadir de olsa çiftler de var. Kimisi sarılmış kimisi ise uzak oturup araya mesafe koymuş...
Motordaki ölüm sessizliği bir anda bozuluyor...
KEMENÇE...
Derinlere dalanlar, kredi kartıydı, kiraydı, borcu harcı, işi gücü, çolu çocuğu düşünenler bir anda tatlı bir irkilme ve uyanma yaşıyor...
Herkes o tatlı sese ve harekete doğru kafayı çeviriyor...
Saçı sakalı birbirine karışmış ama şarapçı modunda değil... Bir genç... Bir anda herkesin kendine bakmasıyla utanıyor ve kemençesine odaklanıyor... Yavaş yavaş kafayı kaldırıyor...
Bu sese kapalı kadınların tepkisi çok güzel... Bir anda hareketleniyorlar.. Genç kızlar ise kıpır kıpır oluyor...
Genç başlıyor "BEN SENİ SEVDUĞUMİ DA DÜNYALARA BİLDURDUM"
Kimisi sessizce mırıldanıyor kimisi ise genci motive edercesine bağırıyor...
Yerimiz Marmara ama ezgimiz Karadeniz...
Karadeniz olur da hareket olmaz mı!
Genç daha gür bir ses çıkarıyor... Bir yandan da çevresine tebessümle bakıyor...
Bu Karadeniz uşağı kesinlikle dilenci değil. Kendi çapında sanatını ve kültürünü icra ediyor... Bu konuda da gönüllerden ne kopuyorsa onu istiyor... Tabii verirsen...
Aslında genci ben daha önceki bir seferimde de görmüştüm. Ve yanında bir genç daha vardı... Hasatı o genç yapmıştı. Bu kez yalnız. Ve biraz da aradan geçen zaman onu yıpratmış, zayıflamış...
7-8 dakika süren kısa tura çok güzel bir melodi katıyor... Bizi de biraz olsun düşünmekten uzak tutuyor... Veya kendi dünyası ile empati kurmamızı sağlıyor. Kemençe çalması ve söylemiyle yatırıma geçen genç, iskeleye yaklaşmamıza kısa süre kala hasatı toplamaya geçiyor.
Kemençesinin kabını alarak ayağa kalkıyor ve içinden de CD'leri çıkarıyor... Verilen ücretlerin karşılığının boş olmadığını göstermek adına - kendisinin doldurduğu düşündüğüm- CD'lerini hediye olarak sunuyor.
Sağdan soldan etki ve olumlu tepki büyük. Herkes kendi çapında elini cebine atıyor.
Karadenizli olduğu aleni şekilde belli olan tesettürlü teyzeler ise çantalarına ve cüzdanlarına dalıyor... Fermuarlar açılıyor, bozuk paralar aranıyor... Tüm veren de oldu...
Kızlar gizemli cesur gencin bakışlarını yakalayabilmek ve gülücük göndermek için fırsat kolluyor... Genç ise o tarzda bir insan olmadığını gösterir gibi bakışlardan emin ama biraz da tedirgin...
Bu eylem ve söylem sayesinde belki günlük sigara ve yemek parası çıkıyor gencin... İskeleye yaklaştığımızda o da herkes gibi yolcu moduna giriyor.. Onu sadece motor içindekiler biliyor... Ve yolu eğlencenin merkezi olan Taksim'e doğru gidiyor...
İYİ YOLCULUKLAR...
NOT: GERÇEK BİR HİKAYE VE İZLENİM...


Hiç yorum yok: